Görüş
24 saattir elektriksizim… Peki Putin’in bununla ne ilgisi var?

Evde yirmi dört saattir elektrik yok. Yoğun ve verimli bir deneyim oldu benim için. Herkesin evde elektriksiz birkaç saat geçirmesini öneririm, modern yaşamın evin odalarına dağılmış prizlerden dağıtılan elektrik enerjisine ne kadar bağımlı olduğunu fark edeceklerdir. Elektriksiz yaşamak yolculuğa çıkmak gibi, uzayda değil de zamanda. Bu son birkaç saatte eski zamanlardan kalma para kazanma becerilerimi yeniden edinmek zorunda kaldım ve bu bana evimdeki aletlerin izin verdiğinden daha fazla bağımsızlık sağladı. Hatta ekrandan değil, kâğıttan okudum.
Sadece evi çekip çevirmek için analog olanakları kullanmakla kalmadım, aynı zamanda yirmi dört saatlik elektrik tüketiminden de tasarruf ettim. İspanya’da günümüzde bu gerçek bir başarı. Elektrik fiyatları iki yıldan fazla bir süredir kontrolden çıktı ve elektrik fiyatının nasıl hesaplanması gerektiği veya yenilenebilir veya yenilenemez enerjiye dayalı elektrik üretim fiyatını bir düzene sokmak için doğru formülün ne olduğu konusunda hala bir fikir birliği yok. Ancak daha yüksek üretim maliyeti ödersiniz. Elektrik piyasasındaki sorunlar yeni değil, uzun yıllardır İspanyol nüfusu, büyük enerji şirketlerinin kullanıcılardan gereksiz ücretler alarak güçlerini nasıl kötüye kullandıklarını gördü. Hiçbir hükümet tüketici haklarını uygulamayı seçmedi, çünkü bu şirketler ile siyasi iktidar arasındaki bağlantılar güçlü ve yakın ve bu da genellikle bir kamu kurumu ile özel bir şirket arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor.
Günah keçisi Putin
İspanyol tüketicinin kamu ve özel kuruluşlar nezdindeki sistematik savunmasızlığı yapısaldır. Suistimal edilmemenin en iyi yolu büyük firmalardan hiç alışveriş yapmamaktı. Bununla birlikte Ukrayna’daki savaş İspanyol politikacılara suçlanacak bir günah keçisi sundu. İspanya’daki tüm yapısal iktidar suistimalleri artık Vladimir Putin’in sorumluluğundadır.
Ve bu strateji işe yarıyor. Elektrik fiyatlarındaki artışın “enerji yoksulluğu” yaratması nedeniyle şu anda iktidarda olan partilerin, M. Rajoy hükümetine karşı suçlamada bulunduklarını çok az kişi hatırlıyor. Nüfusun çaresizliğinden sağ kanadın yolsuzluğunun nasıl sorumlu olduğuna dair tüm TV kanallarında özel haberler vardı. Şimdi, yeni solun tüm liderleri (artı PSOE), enflasyon ve enerji krizinin Ukrayna’daki durumun suçu olduğunu söylüyorlar, sanki sorunun köklerini bulmak için geçmişe bakılamazmış gibi.
İspanya’da parlamentoda yer alan tüm sol partilerin ABD/NATO söylemi ile ne kadar benzerlik göstereceği merak konusu. İspanyol solu, onu yurtdışındaki diğer sol gruplarla ilişkilendiren tüm uluslararası hedeflerini terk etti; artık ne Filistin’i ne de Sahra’yı savunuyorlar, Venezuela’dan ise tek beklentisi yaptığı görüşmelerden ve verdiği danışmanlıktan ekonomik çıkar sağlamak. Ve tabii ki suçlu Rusya! Tıpkı Ramón Serrano Suñer’in onlarca yıl önce Mavi Tümen’i Rusya’ya karşı savaşmaya gönderdiğinde söyleyeceği gibi.
Bu satırları yazdığım sırada, evde analog olarak yaşarken ne kadar iyi vakit geçirdiğimi, geçmişte eylemlerini fikirleriyle bağdaştıran aktörlerle ilgili bir yazı okuduğumu hatırlıyorum.
İspanyol solu ‘küreselciler’in peşine takıldı
İspanyol solunun şimdi yaptığı şey Washington’a gitmek ve solu tam olarak şekillenmemiş tüm ülkeler, gölge finansal güçler adına küreselci gündemi desteklemeye odaklanıyorlar. Sınıf mücadelesi yerine cinsiyet mücadelesini, sosyal refah yerine bireysel refahı seçtiler, enerji yoksulluğuyla mücadeleyi değil onu teşvik etmeyi tercih ettiler. Ve halkın çoğunluk iradesini, çoğunluğa boyun eğdirmek için mükemmel bir araç olan azınlık kolektiflerinin, yapay olarak yaratılmış grupların kontrollü iradesiyle değiştirdiler. Avrupa’da bu grupların (sözde) refahını programlarında reddeden hiçbir siyasi parti yoktur.
İspanya’nın getirildiği hal budur; azınlık haklarının çoğunluğa dayatılması ve yabancı stratejik çıkarların ulusal çıkarlar üzerindeki önceliği. Eleştirel düşünme ve nüfusa saygı nereye gitti? Bunlar zaten geçmişte kalmış şeyler, binlerce insanın öldüğü bir savaşı finanse etmek önemli değil, bu çatışmanın ülkenin çıkarları için ters etki yaratması da önemli değil. Siyasi kararların altında yatan neden, yalanlar ve sahte çıkarlar ağında gizlidir.
Artık küresel kriz kaçınılmaz olduğuna göre, devrimci partiler gerici hale gelirler, çünkü amaçları sosyal devrim değil, kendi amaçları için eski düzenin yıkılmasıdır. Ve yeni sol politikacılar, sağ kanat tarafından yönetilen zengin semtlerdeki yeni lüks evlerinden bunu oldukça iyi yapıyorlar.
Yirmi dört saattir analog olarak yaşıyorum, kendimi önümdeki doğrulanabilir gerçeklikten sorumlu hissediyorum ve bundan yararlanıyorum, bu planlı sosyal yıkım makinesinden yani Avrupa siyasetinden koptum. Bu yirmi dört saatte gerçeklikle daha iyi bağlantı kurdum. Kimin nereden geldiğini ve nereye gittiğini görebildim. Mevcut jeopolitik durum tarafların yeniden yapılandırılmasına yardımcı oldu ve İspanyol solu onu finanse eden ve büyüdüğünü gören eve geri döndü. Kibarca sürüye geri döndü. Şu anda İspanya’da, Ukrayna ordusunun üyeleri askeri tesislerde eğitiliyor. Aşırı ideolojileri ne olursa olsun, bu eğitimi İspanyol nüfusunun sorunlarını daha çetin hale getirmek için kullanacak olan askerler. Toledo’da eğitilecek dört yüz askeri personel, İspanyol hükümetinin bir koalisyon halinde Ukrayna’ya yaptığı bağışların yalnızca bir kısmı. Jeopolitik durum Savunma Bakanlığı’nın harcamalarını artırdı, ancak bu bir zamanlar anti-militarist, pasifist, çevreci ve feminist siyasi güçler için bir sorun gibi görünmüyor. İspanya, siyasi yelpazenin ötesinde, AB ve ABD ile müttefik oldu.
Atlantik’e itaat hali
Müttefik terimi, realpolitik düzlemde açık bir itaat hali olduğu için, fazla nazik bir terimdir. İspanya’nın, ulusal çıkarlarına uygun olmayan ve diğer ulusların çıkarlarına yönelik kararlar aldığı aşikardır. İspanya, Atlantik eksenine olan itaatini bir yaşam tarzı haline getirdi. Ulusal anlamda rasyonel bir anlamı yok, ancak siyasi elit, İspanyol nüfusunun geleceğini “müttefiklerinin” çıkarlarına tabi tuttuğu için iyi para kazanıyor.
Avrupa’da, Amerika’nın Ukrayna’daki dramatik durumdan sağladığı kazançlara karşı çıkılması için aylar geçmesi ve pek çok skandal yaşanması gerekti. Bu çatışmada en fazla kaybeden taraf Avrupa’dır. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde, enflasyonun zirveye ulaşmadığını ve Avrupa’nın Rusya’dan alınan akaryakıtın fiyatını sınırlama kararının anlamsız olduğunu söylüyor; şimdi ise Rusya, piyasa fiyatının altında satış yapmayacağı için bu yıl Avrupa’ya akaryakıt satışını durduracağını açıklıyor. Kısacası, fiyatlar yükselmeye ve arz azalmaya devam edecektir.
Elektrikli bir dünyada, Ortaçağ’dan bir tık ileride…
İspanya ulusal, kıtasal ve küresel bir krizin ortasındadır. Ülkenin siyasetçileri talimat almak için yalnızca bir yerden başka bir yere seyahat edebilir, ülke egemenlikten, dolayısıyla bağımsız bir uluslararası varlıktan yoksundur. Kamu ve özel ittifakların sadece büyük holdinglerinin yer alacağı ve ulus devletlerin de bu holdinglerden birinin parçası olacağı bir bloklar dünyasına yaklaşıyoruz. Bu yüzden siyasi partiler şimdiden yeni bir gerçeklik, yeni bir senaryo için kararlar alıyorlar.
Benzine iki kat para ödemek ve evde kullandığınız elektrik için yüzde kırk oranında daha fazla fatura ödemek şu anda enerji yoksulluğuna neden olmuyorsa, amaç nüfusun hareketlerini ve enerji tüketimini sınırlamaktır. Çok az sayıda aile enflasyonun yol açtığı yüksek düzeyde para kaybıyla başa çıkabiliyor, birçok aile arabasını işe mi yoksa markete giderken mi kullanacağı arasında seçim yapmak, masraflarının ne olacağını stratejik olarak belirlemek zorunda ve öngörülemeyen giderlerin üstesinden gelemiyor. Nüfus paraya ve enerjiye bağımlıdır ve alınan siyasi kararlar bu bağımlılığı tamamen ve geri dönüşü olmayan hale getirmeye odaklanıyor.
Elektriksiz kaldıktan iki saat sonra evim kullanılamaz hale geldi. Evin kullanılabilir olmasını sağlayan her şey elektrikle çalışıyor, hiçbir şeyi kullanamadım. Evim tamamen elektriğe bağımlıydı. Ve Putin’in bununla bir ilgisi yok. İşin en kötü yanı, evin kendi elektrik sisteminde değil, şirketin dağıtım sisteminde bir arıza çıkmış olmasıydı. Günlük hayatımı yeniden keşfettiğim uzun bir günün ardından, her şey çevrimiçi olarak telefonla çözüldü; operatörün elektriği geri getirmek için yalnızca bilgisayarındaki bir tuşa basması yeterliydi. Elektrikli bir dünyada, evimde olanlar bir mahallede, bir kasabada, bir şehirde veya bir ülkede olabilir. Kanye West’in başına geldiği gibi, tek bir tuşla her şeyin bağlantısı kesilebilir. Elektrikli bir dünyada, Orta Çağ’dan bir tık uzaktayız ve Putin’in bununla hiçbir alakası yok.
Görüş
Rusya ile müzakerelerde aklıselimin galip gelme ihtimali

Eksiği tamamlamak
Geçen yılın son günü Harici’de “Yaklaşan mütareke: daha büyüğüne hazırlık” başlığıyla iki bölümlük bir yazı kaleme aldım. Bu yazının ana fikri şuydu:
1) “Rejimin savaşı askeri cephede mevcut konvansiyonel imkanlarla sürdürebilmesi artık çok güç.” Bunun başlıca iki nedeni vardır. Birincisi, NATO’nun mütemadiyen yakındığı gibi, bütün batı ülkelerinin toplam askeri üretimi, Sovyet askeri sanayisi üzerinde yükselen Rusya’nın üretiminin gerisinde. İkinci neden de şu: Kiev rejiminin insan kaynakları sınırsız değil; 2022 başında 40 milyon civarında hesaplanan Ukrayna nüfusu geçen yılın ortasında en iyi ihtimalle 29 milyona düşmüştü; yıl sonuna kadar 3 milyondan fazla insan daha ülke dışına çıktı.
2) “Mevcut durumda temas hattında bir mütareke kaçınılmaz görünüyor.” Bunun nedeni, Rusya’nın değil Kiev rejiminin destekçilerinin “hazırlık” için zamana ihtiyacı olmasıdır. “Hazırlık” denen şey Rusya ile geniş çaplı bir savaşın hazırlığıdır ve bu tam bir kapitalist reorganizasyon anlamına gelir: “Avrupa’da sanayisizleştirme değil sanayinin askerileştirilmesi.” Bu yeni sınıfsal altüst oluş projesi esas itibariyle Komisyon tarafından ve daha 2021 eylülünde hazırlanmıştı; ancak beceriksizlik, aşırı ihtiras ve herhalde bir tür narsizmden kaynaklanan aşırı iradecilik gibi nedenlerle hayata geçmedi.
3) Rusya’nın tercihi geçici bir ateşkes veya mütareke değil kalıcı bir siyasi anlaşmadır; ancak bu, geçici mütarekeleri dışlamaz. Kalıcı bir barışın temeli ancak Putin’in geçen yıl haziran ayındaki ültimatomu olabilir, başka da bir şey olamaz. Bu ültimatomun esasları şunlardır: denazifikasyon ve demilitarizasyon hedefi halen geçerlidir; bunların ilki Kiev’de anayasal meşruiyetini kaybetmiş olan rejimin değişmesini ve 2022 nisanında İstanbul mutabakatında parafe edilen silahlı kuvvetlerin sınırlandırılmasını kapsar, ne var ki bunlara şimdi bir de Rusya’ya katılan dört yeni bölge eklenmiştir.
4) “Avrupa başkentleri… önemsiz, onlar rüzgâra kapılmış bir sivrisinek gibi amaçsızca uçup duruyor. … batıda sadece iki pozisyon var: ABD ve Britanya.” Britanya’nın, yani The City’nin, yani küresel mali sermayenin pozisyonu, Avrupalıları canlı top mermisi olarak kullanarak savaşı varabileceği en geniş sınırlarına vardırmaktır. Bu savaş kazanılamaz; ama zaten kazanılması da gerekmiyor. Gereken tek şey çatışmayı öngörülemez bir geleceğe kadar sürdürmektir.
5) Bu kapsamda ben, “eğer Britanya engeli alt edilebilirse” şubat-mart aylarında temas hattında NATO üyesi olmayan ülkelerin barışgücünden uluslararası bir misyon kurulmasını, mayıs ayında da Kiev’de seçimlerin yapılmasını bekliyorum.
Yarım asırdan uzun bir süre önce, o sırada yirmili yaşlarının ortasında olan genç, kararlı ve dahi bir devrimci, “kendi başlarına hem doğru hem de eksik” olan tanımların “eksik oldukları için de yanlış” olduğunu söylemişti. Ne yazık ki artık pek az kimsenin umurunda kendi yanlışları; siyasi mücadelede hemen herkes kendisinde peygamber yanılmazlığı görüyor, yanıldığında da dönüp geriye bakmayı bile zül sayıyor, yanılgısını kabul edip düzeltmek yerine unutmak ve unutturmak daha çok işine geliyor.
Benim yukarıdaki vargılarım “kendi başlarına” doğrudur; bu doğrular halen işliyor. Ne var ki sonuçtaki beklenti yanlıştır ve bu yanlış, tanımdaki eksiklikten kaynaklanıyor. Üstelik de Britanya’nın rolü vurgulanmış olmasına rağmen yanlıştır, çünkü bu yıkıcılığın gücü ve yeni sınıf ittifaklarının ortaya çıkma potansiyeli daha kalın çizgilerle ifade edilmeliydi.
Birinci eksiklik şudur:
Bir ölüm kalım mücadelesinde her zaman hasımların mantıklı davranacağı varsayımı yanlıştır. Hasımların zekâ seviyelerinin eşit veya yakın olacağı varsayımı da yanlıştır. Hasımlar, kendi kalıcı menfaatlerini kollamak yerine doğrudan doğruya bu menfaatlerin hilafına da davranabilir. Uzun vadede şahsi veya sınıfsal güç veya avantaj kadar (bunlar kendi maddi menfaatleri penceresinden mantıklı davranmayı gerektirir) kısa vadede iktidar hırsı da siyasi mücadelelerde belirleyicidir (ve bu, ne pahasına olursa olsun iktidarını korumak için alabildiğine mantıksız, hatta bazı durumlarda yenilgiyi hızlandıran bir rol oynayabilir). Bu, bir okurumun geçtiğimiz günlerde son derece veciz şekilde ifade ettiği bir siyaset dersidir: “Bu savaş sayesinde eksi IQ diye bir şey olduğunu fark ettim.” Aslında benzer bir şaşkınlığı 13 Mayıs’ta Putin de ifade etmişti: “Şunu-şunu kesinlikle yapmayacaklarmış sanılır, çünkü onlara zarar veriyor. Ama ahmaklar, yapıyorlar.” (Yeri gelmişken, çeviride biraz yumuşattım bu kelimeyi; gerçekte dediği şudur: “Ну делают же придурки…”)
İkinci eksiklik ise temel, yapısal bir şeyin yeterince vurgulanmamış olmasıdır: küresel burjuvazi bir bütündür. Bunların çeşitli seksiyonları arasındaki çatışmalar birinin diğerini yok etmesiyle sonuçlanmaz hiçbir zaman; tersine, her defasında yeni bir sentezle sonuçlanır. Rekabet işbirliğini, yani daha yüksek seviyede tekelleşmeleri doğurur. Tunç Akkoç geçtiğimiz gün bunun özel bir veçhesinden bakarak yorumlamıştı. Harici’de haberleştirilen, Lockheed Martin (Amerikan siyasi sisteminin ortaklarından) ve Rheinmetall’in (Almanya siyasi sisteminin yeni sahibi) Avrupa’da füze üretmek için ortak girişimine dikkat çektiği yorumunda şöyle demişti:
“Almanya’nın askerileşmesi, ABD silah sanayisine de yarar demiştik. İşte oluyor. Bu dinamiği hep gözönünde bulundurmakta fayda var.”
Bu kesinlikle doğru bir yorumdur. En önemlisi, siyasi eliti (eskiden “yönetici çevreler” denirdi bunlara) kan kokusuyla kendinden geçmiş bataklık sivrisineklerinden başka bir şey olmayan Avrupa ülkelerinin ekonomik güçlerini ve askerileşme hedefini korudukları sürece Amerikan siyaseti üzerinde de etkide bulunabileceğini gösterir. Aynı ölçüde önem taşıyan bir başka nokta da şudur: bu olgu, ABD’de Ukrayna meselesinde iktidar içi çatışmaların da temel nedenlerinden biridir. Lindsey Graham’ın Kongre’ye sunduğu “yıkıcı yaptırımlar” kanun tasarısı, bu doğrudan doğruya faşist eğilimin tezahürlerinden biridir.
Faşizmin Dimitrov tarafından formüle edilen klasik tanımını hatırlayalım:
“Faşizm mali sermayenin en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğüdür… Faşizm sınıflarüstü bir iktidar değildir, küçük burjuvazinin yahut lümpen proletaryanın mali sermaye üzerinde iktidarı değildir. Faşizm dış siyasette, başka halklara karşı zoolojik nefret besleyen en kaba haliyle bir şovenizmdir.”
Bütün eleştirilere rağmen faşizmin en karakteristik tanımı hâlâ budur; zira, birincisi, faşizmin mali sermaye ile ilişkisinin altını çizer; ikincisi, bir sürecin aşamaları olduğunu öngörür; ve üçüncüsü, “faşistin” ne olduğu doğrudan doğruya bu tanımdan çıkarılabilir. Lindsey Graham su katılmamış bir faşisttir. Bu faşistin en genel anlamıyla siyasi iktidar üzerindeki etkinliği biliniyor zaten; yönetim üzerinde de etkinlik kurduğu ise açıkça görülüyor. Böylece Amerikan yönetiminde iki kanat öne çıkıyor: Rubio-Kellogg ile müttefikleri (ve velinimetleri) Graham’le giderek daha çok yakınlaşıyor; tamamen ayrı bir sınıf ittifakını temsil eden JD Vance (ve Rusya’yla barış yanlısı Witkoff) ise bu etkinliği kırmaya çalışıyor. Yeni yönetimin kalıcılığı Vance’in, nihayetinde Trump’ın ikinci seçim zaferinin ana halkasını teşkil eden ideolojik-siyasi formülasyonuna ne kadar bağlı kalınacağıyla (ve aynı zamanda kendisinin ne kadar bağlı kalacağıyla da) ilişkili, eğer bunun yerine yeni bir şey geçirilirse geriye neocon haydutluğundan başka hiçbir şey kalmaz. Mesele aynı zamanda, böyle durumlarda hep olduğu gibi, biraz da veraset meselesidir; nihayetinde Trump sonsuza kadar yaşamayacak. İlk raundu kimin kazandığı belirsiz, şimdilik kanatlar Trump’ın dengeleyici rolünü kabul ediyor.
Özetle, küresel sermayenin muhtelif kesimlerinin tutumu ABD içindeki iktidar mücadeleleri üzerinde de etkide bulunuyor. İp üstünde denge şimdilik işliyor (ve paradoksal bir şekilde, işlemesinin nedenlerinden biri, Trump’ın hödükçe narsizmi ve ideal sınırlarına varan idare-i maslahatçılığı), ama yalpalayarak işliyor ve bunun sonunun nereye varacağı hâlâ belirsiz.
Gene de bir tahminde bulunmaktan kendimi alamayacağım. Eğer “aklıselim” galip gelirse, Rusya ile Rusya’nın şartlarında bir barış yapmak zorundalar. Bu, kaçınılmaz olarak, Putin’in geçen yılın haziran ayındaki ültimatomuna uygun olmalıdır: yani dört yeni bölgenin Rusya bünyesinde olduğunun de facto olsun kabulü ve bu bölgelere saldırmama güvencesi; ayrıca denazifikasyonun Kiev’de iktidar değişikliği, demilitarizasyonun ise İstanbul’da 2022 nisanında parafe edilen mutabakatın ruhuna uygun şekilde Kiev rejiminin silahlı kuvvetlerinin mevcut ve potansiyelinin daraltılması şeklinde yorumlanması. NATO güvencesi ve Kırım meselesi tartışma konusu bile değildir.
Aklıselimin galip gelme ihtimali nedir peki? Pek de yüksek bir ihtimal değil bu. Askeri çatışma alanında bu yönde girişimler devam edebilir, geçici bir süreliğine başarılı da olabilir; ama sivrisinek refleksini aşmak mümkün değildir.
Senaryolar meselesini bir sonraki yazıya bırakalım. Küresel mali sermaye açısından en aklıbaşında senaryoları geçen gün JPMorgan Chase formüle etti; oradan devam edelim.
Görüş
Çin-Afrika enerji işbirliği: Kurak bölgelerin temiz enerji vahalarına dönüşümü

Çin-Afrika enerji işbirliği, Afrika’nın kurak bölgelerinin temiz enerji vahalarına dönüştürülmesine yardımcı oluyor.
Doç. Dr. Cheng Jin, Şanghay Sosyal Bilimler Akademisi Ekoloji Araştırma Enstitüsü Başkan Yardımcısı
Bu makale, Çin-Afrika enerji işbirliğinin kurak bölgelerin hayatta kalma mantığını nasıl yeniden tanımladığını ortaya koymaktadır.
Eskiden kalkınmanın önündeki engeller olarak görülen yoğun güneş ışığı ve geniş çorak araziler, artık Çin’in temiz enerji teknolojileri sayesinde bölgesel büyümenin yeni itici güçlerine dönüşmüştür.
Makale, “teknik zorluklar – model inovasyonu – kalkınma yetkilendirmesi” şeklinde mantıksal bir çerçeve izleyerek üç bölüme ayrılmıştır: 1. Çin’in rüzgar ve kum direncine sahip fotovoltaik teknolojisinin, kurak bölgelerde elektrik üretimindeki verimlilik darboğazını nasıl aştığı; 2. “Fotovoltaik + ekolojik restorasyon + sanayi” üçlü modelinin ekonomik ve çevresel açıdan sağladığı çift yönlü faydalar; 3. Yerelleştirilmiş teknolojik yenilik ve sanayi sistemi gelişimi, buna yerel üretimin teşvik edilmesi, teknoloji transferi ve inovasyonun kolaylaştırılması ile Afrika’nın küresel sanayi zincirindeki konumunun güçlendirilmesi dahildir.
Sahra Altı Afrika’nın uçsuz bucaksız çöllerinde, yakıcı güneş ve kum fırtınaları bir zamanlar kalkınmanın önünde birer engel olarak görülürken, bugün Çin teknolojisi ve Afrika’nın bilgeliği sayesinde kalkınmanın altın kaynaklarına dönüştürülüyor.
En güncel verilere göre, Çin-Afrika işbirliğiyle inşa edilen fotovoltaik (güneş enerjisi) santrallerinin toplam kurulu kapasitesi 1,5 gigavatı aşmış durumda. Bu, Afrika’nın enerji sıkıntısını hafifletmesine ve iklim değişikliğiyle mücadele etmesine destek sağlıyor.
Fotovoltaik panellerin oluşturduğu diziler, çöl denizinde uzanan birer yeşil Çin Seddi gibi yükseliyor; panellerin altındaki damla sulama sistemi yeni yeşillikleri besliyor. Yerel fabrikalarda robot kollar “Afrika üretimi” güneş enerjisi bileşenlerini monte ediyor.
Çin ve Afrika’nın birlikte yazdığı bu enerji devrimi, yalnızca kurak toprakların temiz enerji vahalarına dönüşmesini sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda küresel Güney ülkelerinin iklim yönetişimine katılım yollarını da yeniden tanımlıyor.
Rüzgar ve kuma dayanıklı fotovoltaik teknoloji: “Güneş lanetini” enerji zenginliğine dönüştürmek
Afrika’nın kurak bölgelerinde yıllık ortalama güneşlenme süresi 3000 saati aşıyor, bu da teorik olarak dünyanın enerji ihtiyacının birkaç katını karşılamaya yeterli. Ancak, şiddetli kum fırtınaları, aşırı sıcaklık farkları ve su kaynaklarının kıtlığı uzun süredir fotovoltaik verimliliği kısıtlıyor. Geleneksel güneş panelleri kumla kaplandığında elektrik üretimi %40’a kadar düşebiliyor, sık sık yapılan manuel temizlik ise bakım maliyetlerini yüksek tutuyor. Buna karşılık Çinli şirketler, kum ve rüzgara dayanıklı çift camlı çift yüzeyli paneller, otomatik temizlik robotları ve akıllı takip sistemine sahip montaj yapıları geliştirdi. Bu sistemler, güneş enerjisi santrallerinin ömrünü 25 yıldan 35 yıla çıkararak, her bir panelin ömrü boyunca %15 daha fazla elektrik üretmesini sağladı.
Güney Afrika’nın Kuzey Cape eyaletindeki çöllerde, 248 metre yüksekliğinde bir güneş kulesi ve etrafını saran yansıtıcı aynalar etkileyici bir manzara oluşturuyor. Burası, bir Çin şirketi tarafından inşa edilen Güney Afrika’nın en büyük güneş termik santrali. Kablosuz cihazlarla, kule etrafındaki 40 binden fazla ayna güneşi otomatik olarak takip ederek güneş enerjisini maksimum seviyede topluyor. Aynı zamanda, dairesel tanklarda depolanan erimiş tuzlar uzun süre ısı depolayarak buhar türbinlerinin kesintisiz çalışmasını sağlıyor ve güneşin olmadığı saatlerde de elektrik üretimine olanak tanıyor.
“Fotovoltaik + Ekolojik Restorasyon + Sanayi”: Çölde döngüsel ekonomi yaratmak
Çin’in Kubuqi ve Ulanbuh çöllerindeki fotovoltaik projeleri gibi başarılı “çölü yeşillendirme” örnekleri dünya çapında dikkat çekiyor. Kurak çöllere kurulan birçok fotovoltaik santral, belirgin ekolojik iyileşme sağlıyor: Güneş panelleri yer sıcaklığını 3–5°C düşürüyor, su buharlaşmasını %30 azaltıyor ve bitki örtüsünün geri dönmesi için mikroiklim yaratıyor. Ayrıca, panel dizilerinin rüzgar kırıcı ve gölgeleme etkisi, sulama ve bakım uygulamalarıyla birlikte bitki örtüsü artışı, toprak kalitesinin iyileşmesi ve yerel iklimin değişmesi sağlanıyor.
Nijerya Ulaştırma Bakanlığı Raylı Taşımacılık Hizmetleri Dairesi Mühendisi Sulu Charles, Çin’in bu fotovoltaik çöl restorasyon modeline büyük övgüde bulunuyor. Özel bir eğitim programı sırasında Çinli uzmanlarla derinlemesine tartışmalarda bulunarak notlar alıyor. “Panel üstü enerji üretimi, panel altı restorasyon ve paneller arası tarım” modeli hem ekonomik hem de çevresel fayda sağlıyor. “Afrika’da birçok ülke bol güneş ışığına sahip, bu alanda daha fazla Çin-Afrika işbirliği görmek istiyoruz.”
Eylül 2023’te Çin, ilk Afrika İklim Eylem Zirvesi’nde, iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik Güney-Güney işbirliği “Afrika Güneş Kuşağı” projesini resmen başlattı. Bu proje, Afrika’nın güneş enerjisi potansiyeli ve temiz enerji kalkınma ihtiyacına odaklanıyor. İklim dostu “fotovoltaik+” projeler, politika çalışmaları, stratejik planlama, diyaloglar ve kapasite geliştirme programları aracılığıyla Çin-Afrika fotovoltaik kaynak işbirliğinde örnek bir kuşak oluşturmayı ve Afrika’nın iklim değişikliğiyle mücadele ve yeşil kalkınma çabalarına destek olmayı hedefliyor.
Yerelleştirilmiş İnovasyon: Afrika’nın Temiz Enerji Değer Zincirinin Uyanışı
Çin, geniş çaplı teknik yardım faaliyetleri yürüterek “balık vermek yerine balık tutmayı öğretme” anlayışıyla Afrika’da yerel teknik yeteneklerin gelişimini ve teknoloji inovasyon kapasitesinin artırılmasını aktif şekilde destekliyor; bu da Afrika ülkelerinin enerji dönüşümünde sağlam bir beşeri temel oluşturuyor.
Örneğin, Çin’in desteklediği Zambiya’daki Lower Kafue Gorge hidroelektrik santrali projesi, 15.000 kişilik istihdam yarattı ve yeşil kalkınma fikrinin ve teknolojisinin başarıyla aktarılmasını sağladı. Lesotho’nun başkenti Maseru’nun batısında yer alan Mafeteng Güneş Enerjisi Santrali, Nisan 2023’te şebekeye bağlanarak 3 yıllık işletme ve bakım hizmeti sürecine girdi. Çinli ekip, Lesotho Elektrik Üretim Şirketi ile işbirliği içinde yerel güneş enerjisi mühendislerini eğiterek, gelecekte santralin bağımsız işletimi ve bakımı konusunda onları yetkin hale getiriyor.
Çin teknolojisi sadece olduğu gibi transfer edilmiyor, “ortak Ar-Ge – yerel uyarlama – sanayi kuluçkası” şeklindeki üç adımlı stratejiyle Afrika’nın kendi iç dinamiklerini besliyor. Kenya’nın Mombasa kentinde kurulan güneş paneli üretim hattı, yıllık 500 megavat üretim kapasitesine sahip olup Doğu Afrika pazarına hizmet veriyor. Bu proje yerel tedarik zincirini canlandırırken 500’den fazla istihdam yarattı.
Geleneksel ekipman ihracatından farklı olarak Çin, Fas ile birlikte yenilenebilir enerjinin verimli kullanımı ve ileri teknoloji araştırmaları için bir yeşil enerji laboratuvarı kurarak Fas’ın ve Afrika’nın enerji yapısını dönüştürmeye ve sürdürülebilir kalkınmasına katkı sağlıyor. Bu “balık tutmayı öğretme” yaklaşımı, Afrika’nın yeni enerji sektörünün hızlı gelişimini mümkün kılıyor.
Afrika Güneş Enerjisi Sanayi Derneği’nin yayınladığı 2024 Güneş Enerjisi Yıllık Görünüm Raporuna göre, 2023 yılında Afrika’nın yeni kurulu güneş enerjisi kapasitesi 3,74 gigavat ile bir önceki yıla göre %19 artarak rekor kırdı ve toplam kurulu kapasite 16,3 gigavata ulaştı. Güney Afrika birinci sırada yer alırken; Burkina Faso, Moritanya, Kenya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Fildişi Sahili ve Mısır da önde gelen ülkeler arasında yer aldı.
Çin-Afrika karşılıklı yarar işbirliği, Afrika’nın zengin doğal kaynaklarını ekonomik ve sosyal kalkınmayı destekleyen yeşil bir güce dönüştürüyor. Bu yalnızca teknoloji transferinin bir örneği değil, aynı zamanda küresel iklim yönetişiminin temel mantığını yeniden şekillendiriyor — iklim değişikliğinden en fazla etkilenen bölgeleri, çözüm üretim merkezlerine dönüştürüyor.
Bir zamanlar unutulmuş bu topraklar, temiz enerji aracılığıyla insanlığın sürdürülebilir gelecek vizyonuna kendini yeniden dokuyor. Burada her bir güneş paneli, küresel iklim yönetişiminin bir sinir hücresi; her bir kuraklığa dayanıklı bitki, Güney-Güney işbirliğinin yeni bir paradigmasını yazıyor. Belki de bu, insanlık kaderi ortaklığının en çarpıcı açıklamasıdır.
Görüş
Orta Asya stratejisi ısınıyor: AB liderlik arıyor, Çin kazan-kazan işbirliğini savunuyor

Ma Jinting, Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezinde Araştırma Görevlisi
İlk AB-Orta Asya Zirvesi 3-4 Nisan 2025 tarihlerinde Özbekistan’ın Semerkant şehrinde düzenlendi. Zirve, AB ile beş Orta Asya ülkesi (Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan) arasındaki diyalog mekanizması olan “5+1” formatında organize edildi.
Zirve, AB-Orta Asya ilişkilerinde bir dönüm noktası niteliğinde olup, AB ile Orta Asya ülkeleri arasındaki işbirliğini daha da derinleştiriyor ve daha derin bir stratejik ortaklığa işaret ediyor. Zirvenin temaları ekonomik işbirliği ve yatırım, jeopolitik ve güvenlik işbirliği, iklim değişikliği ve bölgesel enerji işbirliği, sürdürülebilir kalkınma için işbirliği ile beşeri etkileşimler ve tıbbi işbirliği konularına odaklandı. Bu aynı zamanda Orta Asyalı liderlerin Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Avrupa Konseyi Başkanı António Costa ile ilk kez bir araya geldiği toplantı oldu.
Şüphesiz, zirvenin hem ölçeği hem de sonucu, AB’nin Orta Asya’ya verdiği önemi ve Orta Asya’nın AB ile işbirliği yapma kararlılığını gösteriyor. Bir yandan AB, “Küresel Geçit” programına yatırım yapmayı önerirken, diğer yandan Orta Asya önemli konularda AB’nin yanında yer aldı. Zirveden sonra kaydedilen somut ilerleme henüz bilinmemekle birlikte, AB’nin karmaşık uluslararası durumda AB’nin etkisini artırmak amacıyla kurumsallaşmış işbirliği yoluyla Orta Asya’da daha sürdürülebilir bir düzen gerçekleştirmeye çalıştığı görülüyor.
Semerkant Bildirisi: AB-Orta Asya ilişkilerinde yeni bir aşama
Küreselleşme ve çok kutupluluk manzarasındaki derin değişimler altında, AB ile Orta Asya arasındaki işbirliği ilişkilerinin derinleşmesi kaçınılmaz bir eğilim. António Costa, zirveden önce AB Konseyi’ne yaptığı resmi açıklamada, “Düzensizlik ve bölünmüşlük içinde bir dünyada yaşıyoruz, AB için uygulanabilir bir çözüm, güçlü bir ortaklık kurmak ve böylece AB için refah ve kalkınmayı teşvik etmektir,” dedi.
Günümüzde, tek taraflılık ve jeopolitik çatışmaların yaşandığı bir ortamda, çok taraflılığa dayalı uluslararası işbirliği mekanizması giderek daha fazla önem kazanıyor. Çok taraflılık, ulusötesi sorunların kurumsallaşmış uluslararası işbirliği, diyalog mekanizmaları ve kural sistemleri aracılığıyla çözülmesini vurgulayarak AB’nin uluslararası konulardaki etkisini artırıyor. Bu nedenle AB, “5+1” konferans formatı aracılığıyla kurumsallaşmış ve açık bir platform oluşturmada öncü rol üstlendi. Orta Asya ülkeleri açısından bakıldığında, çok taraflılık kavramına dayanarak diyalog platformuna aktif katılımları, büyük güçlere dayanmadan stratejik özerkliklerini artırabilir ve ulusal çıkarlarını maksimize edebilir.
Zirveden önce, AB’nin Orta Asya politikası için nispeten istikrarlı bir çerçeve zaten oluşturulmuştu. Siyasi ve diplomatik alanlarda AB ve Orta Asya ülkeleri, Üst Düzey Yetkililer Diyalog mekanizması aracılığıyla güvenlik ve terörle mücadele gibi sınır ötesi yönetişim konularını ele alıyor. Ekonomi ve ticaret alanında AB, enerji konularına odaklanıyor ve karşılıklılık yoluyla uzun vadeli ekonomik işbirliği sağlıyor. Örneğin, AB, Kazakistan’ın ana ekonomik ve ticari ortağı olup, AB yatırımları 2024 itibarıyla ülkenin yabancı yatırımlarının yüzde 40’ından fazlasını oluşturuyor. Buna karşılık Kazakistan, AB’den çok çeşitli sanayi ve tüketim malları ithal ediyor. İnsandan insana temaslar alanında AB, Küresel Geçit Programı aracılığıyla Orta Asya ülkelerine eğitim, sağlık, hukuk ve demokrasi inşası konularında yardım sağlıyor. Aynı zamanda AB, üniversitelerde çeşitli fırsatlar sunuyor ve akademik kurumlar arasında bilgi paylaşımını teşvik ediyor.
Önceki işbirliği temelinde, hem AB hem de Orta Asya ülkeleri zirvede ortak bir bildiri, ilk Avrupa Birliği-Orta Asya zirvesinin ardından ortak bildiri (aynı zamanda “Semerkant Bildirisi” olarak da anılır) yayımladılar. Semerkant Bildirisi altı ana unsuru içeriyor: Birincisi, AB ile Orta Asya arasındaki stratejik ortaklığın tanımlanması; ikincisi, “Gelişmiş Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmaları”nın (GOİA) ilerletilmesi; üçüncüsü, “Küresel Geçit” programının çeşitli alanlarda uygulanmasının teşvik edilmesi. Üçüncüsü, AB’nin 12 milyar avro yatırım yapacağını belirttiği “Küresel Geçit” programının çeşitli alanlarda uygulanmasının teşvik edilmesi; dördüncüsü, orta koridorların inşasının desteklenmesi; beşincisi, terörle mücadele ve sınır güvenliğinde güvenlik işbirliğinin güçlendirilmesi; altıncısı, iklim değişikliği ve su kaynakları yönetimi gibi uluslararası sorunların ortaklaşa ele alınması. Kısacası zirve, mevcut işbirliği mekanizmaları temelinde ilişkinin siyasi ve ekonomik yönlerini yükselterek AB’nin Orta Asya’ya yönelik stratejik yöneliminin bir üst seviyeye çıktığını gösterdi. Semerkant Bildirisi, artan küresel belirsizlik karşısında AB ve Orta Asya’nın işbirliğini derinleştirme isteğini ortaya koyuyor ve AB’nin Orta Asya’da kurumsallaşmış bir işbirliği sistemi kurma girişimlerini vurguluyor.
Büyük güç rekabetinde Orta Asya: AB’nin angajman mantığı ve zorlukları
AB’nin Orta Asya’ya yönelik değerlendirmesi üç ana noktadan oluşuyor. Birincisi, Orta Asya, Asya ve Avrupa kıtalarının iç kesimlerinde yer almakta olup Asya ve Avrupa’nın kara ulaşım merkezi, bu nedenle Orta Asya büyük güçler tarafından “stratejik bir mihenk taşı” olarak da kabul ediliyor. Geleneksel olarak Orta Asya uzun süredir Rusya’nın etki alanında olmuş ve Rusya, ittifaklar yoluyla Orta Asya’daki etkisini sürdürdü. Örneğin, Rusya liderliğindeki askeri ittifak olan Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ) ve ekonomik kalkınmaya odaklanan Avrasya Ekonomik Birliği (AEB). Ukrayna krizinden bu yana AB, Rusya’nın Orta Asya’daki etkisini zayıflatmak amacıyla bölgedeki stratejik yapılanmasını hazırlandırdı. Amerika Birleşik Devletleri ise Orta Asya’yı bölgesel istikrarı korumak, terörle mücadele etmek ve büyük güçleri kontrol altında tutmak için bir dayanak noktası olarak görüyor. ABD askerlerinin Afganistan’dan çekilmesinden bu yana ABD, Orta Asya’nın “geçiş bölgesi” rolünü vurgulamaya başladı. Bu arada, Küresel Geçit Programı, Çin’in Orta Asya’daki etkisini sınırlamak amacıyla Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ni dengelemeyi amaçlıyor. Küresel Geçit Programı, AB’nin “Asya-Avrupa Koridoru”nu inşa etmek için altyapı ve dijital bağlantı alanlarında alternatifler sunuyor.
İkincisi, bol enerji kaynakları Orta Asya’yı uluslararası toplumda oldukça bağımlı kılıyor. Orta Asya, petrol, doğalgaz ve nadir metal kaynakları açısından dünyanın zengin bölgelerinden biri. Özellikle Kazakistan ve Türkmenistan, güçlü enerji ihracat kapasitelerine sahip olup bu da onları dış güçler için son derece cazip hâle getiriyor. AB-Orta Asya Zirvesi, enerji ve ulaştırma alanlarında iki tarafın birbirini tamamlayıcılığını artırmak için bir “orta koridor” inşasını daha da planlayacaktır.
Son olarak, Orta Asya geniş bir nüfusa ve geniş bir pazara sahiptir. Avrupa ile Orta Asya arasında sık ticaret olmasına rağmen, bu ticaret esas olarak doğal kaynaklar üzerinde yoğunlaşıyor. Orta Asya’nın önemli ticaret ortakları olan Çin ve Rusya, uzun süredir Orta Asya ülkelerinin dış ticaret yapısına hakim durumda. AB, kurumsallaşmış bir platform yardımıyla Orta Asya pazarındaki payını genişletmeyi umuyor. Ancak, son yıllarda Orta Asya ülkelerinin stratejik özerkliği güçlendi ve AB’nin vizyonunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hâlâ belirsiz.
Sonuç olarak AB, bu zirve aracılığıyla Orta Asya’daki etkisini ve cazibesini daha da genişletmek istiyor, fakat resmi politikalar ile sahadaki gerçekler arasında büyük bir uçurum olabilir. Siyasi-güvenlik açısından bakıldığında, Orta Asya, Rusya ile bir askeri savunma sistemi inşa edilmesi yoluyla halihazırda nispeten derin bir güvenlik bağına sahip. Aynı zamanda Orta Asya, Türkiye ve NATO ile yakın temas hâlinde. Siyasi ve güvenlik perspektifinden AB’nin etkisi sınırlı. AB, Orta Asya ülkelerini ancak uluslararası güncel sorunlara katılım yoluyla çekebilir. İktisadi ve ticari açıdan bakıldığında, AB’nin Orta Asya’da belirli bir etkisi var, ancak genel ekonomik ilişkilerde hâlâ Çin’in gerisinde Örneğin, Kazakistan İstatistik Kurumu tarafından yayımlanan rapora göre, 2024 itibarıyla Çin, Kazakistan’ın en büyük ticaret ortağı. Uluslararası alanda ise AB, hukukun üstünlüğü ve sürdürülebilir kalkınma gibi değerleri vurguluyor, ancak Orta Asya ülkeleri arasındaki farklılıklar nedeniyle bu değerlerin kabulü değişiklik gösteriyor. Sonuç olarak, AB’nin Orta Asya’daki genel etkisi sınırlı ve Orta Asya meselelerinde “dış lider” konumunda değil, bunun yerine etkisini belirli uluslararası konular aracılığıyla yayıyor.
Çin: Çatışma yerine işbirliği arayışı
Çin, çok taraflı ilişkilere karşı sürekli olarak çoğulcu ve açık fikirli bir tutum sergiledi. Çin, çok taraflılık ilkelerini benimsiyor, uluslararası ilişkiler normlarına bağlı kalıyor ve Birleşmiş Milletler Şartı’nın amaç ve ilkelerine riayet ediyor.
Çin, Küresel Kalkınma, Güvenlik ve Medeniyet Girişimi bağlamında somut eylemlerle çok taraflı diplomatik ilişkileri sürdürme konusunda aktif rol aldı. Her bölgenin kalkınma durumuna ve medeniyet çeşitliliğine saygı duyan Çin, uluslararası toplumda barış, istikrar ve kalkınmayı teşvik etmek için Orta Asya, AB ve diğer aktörlerle birlikte çalışmayı umuyor.
Çin açısından bakıldığında, Çin hiçbir zaman AB’yi stratejik bir rakip olarak görmedi ve uluslararası konularda işbirliği yapmayı dört gözle bekliyor. Orta Asya’da bazı küçük ve orta ölçekli ülkelerin dış politikası, kalkınma için alan aramalarına olanak tanıyan dengeli diplomasi modelini izliyor. Orta Asya’nın AB ile aktif işbirliği, sadece büyük güçlere aşırı bağımlılığını azaltmakla kalmaz, aynı zamanda bölgenin istikrarlı kalkınmasını da teşvik edebilir.
Aslında, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi açık ve kapsayıcı bir kalkınma platformu ve Çin, uluslararası toplumun sürdürülebilir kalkınmasını ortaklaşa teşvik etmek için diğer aktörlerle işbirliği yollarını keşfetmeye istekli. Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Dış İlişkiler Bakanı Liyu Ciençao, Kazakistan Parlamentosu Üst Kanadı Genç Uzmanlar Kulübü’nde yaptığı konuşmada şöyle demişti: “Orta Asya, Asya ve Avrupa’nın merkezinde yer almakta olup özel ve önemli bir coğrafi konuma ve geniş kalkınma beklentilerine sahip. Çin ve Orta Asya ülkeleri, ortak kalkınma arayan, barışı paylaşan ve birlikte ilerleyen dünya haritasında bölgesel işbirliği modeli şekillendirerek Çin-Orta Asya kader birliği inşasını teşvik etmişlerdir.”
Son yıllarda, özel jeopolitik ortama bağlı olarak Orta Asya ülkelerinin kendi aralarındaki işbirliği kayda değer ölçüde arttı. 2018’den itibaren beş Orta Asya ülkesinin liderleri, zirveler düzenleyerek bölgesel kimliği ve işbirliği mekanizmalarını güçlendiriyor. AB-Orta Asya Zirvesi’nin düzenlenme formatı da bölgesel uzlaşıya dayalı çok taraflı bir işbirliği. Orta Asya ülkeleri sadece AB ile sık temas hâlinde olmakla kalmayıp, aynı zamanda “Orta Asya-Çin” ve “Orta Asya-ABD” C5+1 diyaloglarına katılarak uluslararası meselelerde aktif rol alıyorlar. Bu istekleri, uluslararası meselelerde harekete geçme yeteneklerini gösterdi.
Orta Asya’da enerji gelişimi ve bölgesel istikrar kritik konular hâline geldi. Ulusal kalkınma ile büyük güçler arasındaki ilişkiyi nasıl yönetecekleri ve önemli konularda taraf tutmak ile stratejik özerklik arasında dengeyi nasıl koruyacakları, Orta Asya ülkelerinin ele alması gereken meseleler.
-
Amerika2 hafta önce
Zuckerberg ve AI terapistler: Aklınıza mukayyet olun!
-
Amerika3 gün önce
İki İsrail elçiliği çalışanını öldüren Elias Rodriguez manifesto yazmış
-
Görüş2 hafta önce
Hindistan-Pakistan gerilimi: Geleneksel ve sınırlı bir askerî güç gösterisi oyunu
-
Dünya Basını2 hafta önce
Batı’nın Gazze sessizliği
-
Söyleşi2 hafta önce
‘Alman medyası hükümetin halkla ilişkiler departmanı gibidir’
-
Asya2 hafta önce
Güney Kore cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyasını başlattı
-
Asya2 hafta önce
Taliban Afganistan’da satrancı yasakladı
-
Asya2 hafta önce
Hindistan ve Pakistan askeri yetkilileri ateşkesin bir sonraki adımını görüşecek