Ortadoğu
Daniel felaketinin gölgesinde Libya’daki siyasi gelişmeler: Seçim mi Statüko mu

10 Eylül’de Libya’yı vuran Daniel Fırtınası’nın yol açtığı felaket dikkatleri siyaset sahnesinden bir süre uzaklaştırdı ancak ağustostan bu yana ilk bakışta birbiriyle bağlantısız gibi duran bir dizi gelişme statükonun bozulabileceğine işaret ediyor. Gelişmelerin merkezinde Trablus merkezli Devlet Yüksek Konseyi ve Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi’nin başrolünde olduğu “yeni hükümet” planı var.
Aşağıda çevirisini okuyacağını analiz, son dönemde yaşanan siyasi gelişmelerin birbiri ile bağlantısı ve ne anlama geldiğini açıklarken statükonun değişmesi anlamına gelebilecek adımların arka planına mercek tutuyor. Analiz değişimler ışında Libya’yı neler beklediğini dört senaryoda ele alıyor:
***
Tek Manzara, Üç Değişken: Libya Çatışmasının Yeni Dinamikleri ve Rotası
Bilal Abdullah
Temel Çıkarımlar
- Libya siyasi sahnesinin şu anda şekillenmekte olan gerçekler nedeniyle değişikliklere tanık olması bekleniyor.
- Libya’daki çekişme muhtemelen hiçbir tarafın diğerine taviz vermediği ya da ülkenin her iki kesiminde de huzursuzluğa neden olmadığı mevcut güç dengesinin donmasına yol açacak.
- Değişen manzara, Washington’un Rusya’nın Libya’daki askeri etkisine ilişkin beklenmedik değişimlerin içerdiği riskleri nasıl değerlendirdiğine ve Moskova’nın bu etkiyi kurumsallaştırma ve pekiştirme becerisine bağlı olacak.
- Son yıllarda ülke çapında farklı bölgelerdeki protestolar Libya’nın en etkili siyasi ve askeri figürlerinden bazılarına karşı hızla ayaklanmalara dönüştü.
Ağustos 2023’te Libya siyasi ortamı, muhtemelen bazı özelliklerinde değişikliklere işaret eden üç gelişmeye tanık oldu. Birincisi, Libya hükümetini değiştirmek için yakılan uluslararası yeşil ışık; ikincisi, Libya Merkez Bankası’nın (CBL) yeniden birleştirilmesi; üçüncüsü Rusya’nın Libya’daki askeri varlığında yapılan değişiklikler.
Bu üç gelişme yüzeysel olarak birbirinden ayrı görünüyor. Ancak geçen haftalarda Libya’daki aktörlerin karşılıklı etkileşimlerini takip etmek, bu üç gelişmenin birbiriyle yakından ilişkili olduğunu gösteriyor. Bu makale, birbiriyle bağlantılı üç gelişme ve ilgili olaylar hakkında önemli bilgileri analiz etmekte ve bu gelişmeler ışığında Libya siyasi manzarasında meydana gelebilecek değişiklikleri incelemektedir.
Üç Ana Gelişme
1) Yeni bir hükümet kurulması: Batı ve Birleşmiş Milletler, bazı Libyalı partilerin Trablus merkezli hükümetin Başbakanı Abdülhamid Dibeybe’yi devirme girişimlerini reddediyordu. Bu tutum son zamanlarda değişmeye başladı ve iki taraf yeni bir Libya hükümeti kurmaya açık görünüyor.
Birkaç gösterge bu yeni pozisyona işaret ediyor:
Birincisi, dönemin İngiltere’nin Libya Büyükelçisi Caroline Hurndall’ın ağustos ayında bir sonraki seçimlerde fırsat eşitliğinin korunmasının önemine dair yaptığı ve adayları hükümet görevlerini bırakmaya çağıran açıklamaları. İkinci olarak, son aylarda BM Genel Sekreterinin Libya Özel Temsilcisi Abdoulaye Bathily, seçimlerden önce hükümet kurulmasına öncelik vermeyi reddetmekten, Dibeybe hükümetinin değişmesine giden yolu desteklemek karşılığında öncelikle seçim yasaları üzerinde nihai bir anlaşmaya varılması gerekliliğine işaret etmeye kadar kademeli olarak pozisyonunu değiştirdi.
Bathily, 22 Ağustos’ta Güvenlik Konseyi’nin Libya konulu toplantısına verdiği brifingde “ülkeyi seçimlere götürmek için başlıca aktörlerin üzerinde anlaştığı birleşik bir hükümetin şart olduğunu” vurguladı. Son olarak, en önemli ve en açık işaret ABD’nin BM Temsilcisi Linda Thomas-Greenfield’den geldi; Linda Thomas-Greenfield BM Güvenlik Konseyi’nin Libya konulu brifinginde yaptığı konuşmada ülkesinin “tek görevi ülkeyi özgür ve adil seçimlere götürmek olacak teknokrat bir hükümetinin kurulmasını desteklemeye açık olduğunu” vurguladı.
ABD’nin Libya Büyükelçisi Richard Norland da 28 Ağustos 2023’te Mısır gazetesi Al-Masry Al-Youm’a verdiği mülakatta aynı mesajı yineledi. Ardından Fransa Cumhurbaşkanı’nın Libya Özel Temsilcisi Paul Soler, 30 Ağustos 2023’te Bathily ile görüşerek teknokrat bir hükümet kurulmasını desteklediğini ifade etti.
Dışarıdan gelen bu mesajlar, memleketi Misrata’da Dibeybe’ye verilen desteğin azaldığına işaret eden benzer göstergelerle örtüşüyor. Geleneksel olarak Başağa’yı destekleyen bloğun aksine, şehirde son zamanlarda Dibeybe hükümetinin politikalarını protesto eden bazı toplantılar düzenlendi. Bu toplantılara daha önce Dibeybe’yi destekledikleri bilinen Misrata’nın önde gelen isimleri de katıldı.
Dahası, Dibeybe’nin batı bölgesindeki çeşitli güç merkezleriyle ilişkileri genel olarak gergin. Son aylarda Zaviye’de, batı kıyısındaki şehirlerde, Nafusa dağındaki Amazigh şehirlerinde ve Trablus’un doğusundaki Hums’ta Dibeybe hükümeti ile farklı gruplar arasında gerilim arttı. Bu gerilimler Dibeybe hükümetinin siyasi ve askeri politikalarından kaynaklandı.
Bu gelişmeler, Dibeybe’nin devrilmesini rakiplerinin onu devirmeye yönelik olağan taleplerinden farklı bir bağlama oturttu ve bu talebi daha ulaşılabilir hale getirdi. Libya’nın eski Dışişleri Bakanı Necle Menguş’un İsrailli mevkidaşı Eli Cohen ile Roma’da yaptığı görüşmenin basına sızması, Dibeybe’nin rakipleri için altın bir fırsat oldu ve başta Trablus olmak üzere ülkenin batısındaki birçok şehirde protesto gösterilerine yol açtı. Dibeybe’nin Menguş’u görevden alma kararı tepkileri dindiremedi ve halkın Menguş’un istifasını talep etmesine yol açtı.
2) Merkez Bankası’nın yeniden birleştirilmesi: 20 Ağustos 2023’te Libya Merkez Bankası’nın (CBL) iki şubesinin yeniden birleştirildiği ve bankanın tek bir egemen kurum olarak görev yapmasına olanak sağlandığı açıklandı. Bu karar, CBL Başkanı Sadık el-Kebir, yardımcısı (bankanın Doğu Libya’daki şubesinin başkanı) Marai Rahil ile Trablus ve Bingazi birimlerindeki daire başkanları ve danışmanlar arasında Trablus’ta yapılan bir toplantının ardından alındı. Böylece bankada 2014 yılında yaşanan bölünme sona ermiş oldu.
Bu, ülkenin ekonomik ve mali bölünmüşlüğünün sona erdirilmesine yönelik önemli bir adımdı. Bu adım, tüm Libyalıların yararına olacak adil gelir paylaşımı anlaşmalarına ulaşma çabasının bir parçasıdır. Ancak gerçekçi olmak gerekirse, çatışmanın iki tarafı da bu anlaşmalardan doğrudan faydalanıyor. CBL’nin yeniden birleşmesi muhtemelen Libya Başkanlık Konseyi (LPC) Başkanı Muhammed el-Menfi başkanlığındaki Yüksek Maliye Komitesi tarafından yapılan çalışmalarla ilişkili.
Maliye Komitesi, Libya’nın doğusundaki kampın bir dizi gerilimi artırıcı eyleminin ardından kuruldu. Bu eylemlerin başında haziran ayında Osama Hamada hükümetinin petrol gelirlerine idari olarak el koyma kararı geliyordu. Bingazi Temyiz Mahkemesi bu kararı onadı. 3 Temmuz 2023’te General Hafter, petrol gelirlerinin Libyalılar arasında adil bir şekilde dağıtılması için bir Maliye Komitesi kurulması talebine ağırlığını koydu.
Hafter, bu talebin yerine getirilmemesi halinde askeri eylemlerini artıracağı tehdidinde bulundu ve bu tehdidini, önerilen komitenin çalışmalarının geçen ağustos ayı sonuna kadar tamamlanması gerektiğine dair bir ültimatomla destekledi. Üç gün sonra, Hafter’in kontrolündeki Temsilciler Meclisi (HoR), LPC, Ordu Genel Komutanlığı, CBL, Ulusal Petrol Şirketi (NOC), İdari Kontrol Otoritesi (ACA) ve Libya Denetim Bürosu’ndan (LAB) temsilcilerin yer aldığı Maliye Komitesi kuruldu. Bu komite çalışmalarına devam ediyor.
Merkez Bankası’nın yeniden birleştirilmesine yönelik toplantıdan önce Bingazi’de Menfi, General Hafter ve Meclis Başkanı Akile Salih arasında bir toplantı daha yapılmıştı. Bu toplantıdan üç tarafın bir sonraki aşamada siyasi sürece nasıl yaklaşacağına dair ortak bir açıklama çıktı. Bu yaklaşımın özü, Bathily’nin tartışmalı konuları çözmek için tüm Libyalı tarafları içeren genişletilmiş bir komite kurma planına karşı durmak gibi görünüyor. Bunun yerine muhtemelen LPC’nin daha etkin olduğu, HoR ve LPC ile onların türevi olan 6+6 komitesi aracılığıyla çözüm sürecini yönetmeyi öngörüyor.
CBL’nin yeniden birleşmesi, Menfi’nin komitesi ve Bingazi toplantısı arasındaki ilişkiye gelince, bu hamleler çatışmayı besleyen tartışmalı konularda, özellikle de gelir paylaşımı ve belki de kısmen seçim yasaları üzerinde anlaşmaya varma konusunda ciddi bir ilerleme kaydederek önlem alıyorlar gibi görünüyor. Tüm bu gelişmelerden en az fayda sağlayan oyuncu ise siyaset sahnesinin dışına itilme gibi ciddi bir ihtimalle karşı karşıya olan Dibeybe.
3) Rus askeri etkisi: Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Yunus-Bek Yevkurov Ağustos 2023 sonunda Libya’ya üç günlük bir ziyaret gerçekleştirdi. Resmi açıklamalara göre ziyaret askeri ve güvenlik işbirliği ile terörizm ve sınırı aşan suçlarla mücadelenin bir parçasıydı. Ancak ziyaretin zamanlaması dikkat çekiciydi. Ziyaret, Wagner Grubu lideri Yevgeny Prigozhin’in ölümünden bir gün önce, 22 Ağustos’ta başladı. Guardian gazetesi, Prigozhin’in Kremlin’e karşı ayaklanmasından iki haftadan kısa bir süre sonra 6 Temmuz’da bir Rus elçinin daha önce duyurulmamış bir ziyaret kapsamında General Hafter ile görüştüğünü ortaya çıkardı. Bu ziyaret, Rusya’nın Libya’daki varlığını, lideri dışarıdayken Wagner aracılığıyla yeniden organize etme amacı taşıdığı şeklinde yorumlanabilir. Bu ziyaret aynı zamanda komşu ülkelerdeki, özellikle Nijer’deki askeri darbe ve Çad’da rejim ile militan muhalefet arasındaki çatışma gibi önemli güvenlik ve askeri gelişmelerle aynı zamana denk geldi.
Bu ziyaretin olağanüstü resmi niteliği göz önüne alındığında ziyaretin büyük öneme sahip olabilir. Bu, iki tarafın Rusya’nın Libya’daki askeri varlığını son dört yıldır Wagner grubu aracılığıyla gayri resmi varlığından uzaklaştırarak resmileştirmek istediği anlamına gelebilir. Bu olası resmileştirme arzusu iki şekilde okunabilir:
Birincisi, Moskova’nın askeri kurumlarının Wagner’in faaliyetlerini denetlemesine izin verme eğilimi. Daily Mail’de yer alan bir habere göre Rusya askeri istihbaratının Gizli Operasyonlar Birimi Başkanı Tümgeneral Andrey Averyanov Wagner’i yönetmeye hazırlanıyor.
İkincisi, Moskova’nın Nijer’deki darbe liderlerine, Prigozhin’in ölümünden önce verdiği olumlu mesajlar ya da Batı’nın darbeye karşı tutumunu eleştiren resmi açıklamalar, Nijer’deki darbe liderlerinin Moskova’nın Wagner aracılığıyla sağladığı askeri hizmetlerle senkronize olabileceğini gösteriyor. Bu, Nijer’in Rusya’nın askeri olarak aktif olduğu Afrika ülkeleri arasına katılmasını daha olası kılıyor. Bu da Wagner’in yıllardır güçlü bir varlığa sahip olduğu Libya’nın doğrudan komşusu olarak önemini artırıyor.
Seçim mi Statüko mu: Çatışma Nereye Gidiyor?
Libya’daki siyasi gelişmeler tekdüze değil ve bir sonuca işaret etmiyor. Bunun yerine, “masadaki” iki ana seçeneği savunanlar arasındaki çatışmayı daha da körükleyebilirler: Seçimlerin yapılması ve statükonun devam etmesi. Bu seçenekler şu şekilde açıklanabilir:
Libya’daki BM misyonu (UNSMIL) ve Batılı ülkelerin Dibeybe’den vazgeçme kararı, esas olarak seçimlerin büyük bir paketin parçası olarak yapılacağı garantisine bağlı. Aslında, Dibeybe’nin denklemden çıkarılma kararı, diğer tarafların seçim yasalarını geçirme konusunda daha esnek davranmaları için bir teşvik olarak sunulabilir. Ancak bu seçenek, Libya’nın izlemesi gereken yol konusunda BM elçisinin siyasi tekeline karşı durma karşılığında yerel aktörlerin gelir paylaşımı ve CBL konusundaki bölünmeleri sona erdirme konusunda anlaşmaya varma isteğini zayıflatabilir. Bu Bathily karşıtı tutum üçlü Bingazi toplantısının bildirisinde açıkça ifade edilmişti.
Yerel aktörlerin potansiyel planları, Bathily’nin 25 Ağustos 2023’te BM Haber platformuna verdiği mülakatta da yansıtıldığı üzere, Batı ve BM’nin korkularını körüklüyor. Yeni bir hükümet kurmanın tek amacının seçimleri düzenlemek olduğunu vurgulayan Bathily, Libya’nın bir başka geçici hükümeti, dolayısıyla bölünmenin daha uzun süre devam etmesini kaldıramayacağını söyledi.
Burada vurgulanması gereken bir diğer nokta da uluslararası aktörlerin yeni hükümetin kurulmasını İsrail ile normalleşme girişiminin sonuçlarından ayrı tutmaya yönelik ilgisidir. Menguş-Cohen görüşmesinin fiyaskoyla sonuçlanmasının ardından Batılı yetkililer Dibeybe’nin rakiplerinin siyasi avantaj elde etmesini önlemek için onun ismini vermeden “yeni hükümet” formülüne vurgu yaparken yeni hükümet ile ilgili açıklamalarında hükümet değişikliğini seçimlere hazırlıkla ilişkilendiriyorlar. Bu rakipler, geçiş dönemini uzatmak için seçimlerin düzenlenmesi konusunda herhangi bir taviz vermeden Dibeybe’yi görevden almaya kararlı.
Doğu Libya güçlerinin Rusya’nın askeri varlığını resmileştirme arzusu, bu varlığın sona erdirilmesine öncelik veren ABD politikasına ters düşüyor. Dibeybe hükümetini feda etmek ve bölünmenin sona erdirilmesi için geçiş dönemini uzatılmasına yönelik yerel çabalara karşı çıkmak anlamına gelse bile Washington’un seçimlerin yapılması ve bu yöndeki çabaların hızlandırılması konusundaki ısrarının nedeni bu olabilir.
Senaryolar
Bu gelişmeler arasındaki olası etkileşim ışığında, Libya’da olayların nasıl şekillenebileceğine dair üç muhtemel senaryo bulunuyor:
İlk senaryo Dibeybe’nin görevden alınması ve seçimlerin yapılması: Bu, ABD, UNSMIL ve şu an için iktidardan dışlanmış olan Libyalı taraflar için ideal bir senaryodur. Bu senaryo, Washington’un tüm araçlarını kullanarak çatışmanın taraflarını birlikte çalışmaya ve farklılıklarını bir kenara bırakmaya zorlamasını gerektiriyor. Söz konusu tarafların engeller yaratma ve herhangi bir çözümü engelleme kabiliyetleri göz önüne alındığında bunu başarmak kolay değil. Ayrıca bu senaryonun gerçekleşmesi için Washington’un Libya krizine öncelik vermesi gerekir ki Libya ABD’nin öncelikli sorunları ve çıkarları listesinde alt sıralarda yer aldığı için bunu yapmaya istekli olmayabilir.
İkinci senaryo ise Dibeybe’nin görevden alınması ve geçiş döneminin uzatılmasını içeriyor: Bu, Dibeybe hariç Libya’nın doğusu ve batısındaki çeşitli siyasi aktörler için ideal senaryo. UNSMIL ve ABD bu senaryoyu tercih etmiyor çünkü teknokrat hükümeti kurmak Dibeybe’yi feda etmek anlamına gelebilir ancak diğer tarafların seçim konusunda işbirliği yapacağına dair hiçbir garanti yok.
Üçüncü senaryoda ise Dibeybe hükümeti görevde kalır ve statüko devam eder. Bu UNSMIL ve ABD için en az riskli senaryo. Ekonomik ve mali birleşme konusundaki ilerlemenin sağlanmasına zaman tanır ve bu, kaynaklar için rekabeti azaltabilir. Bu durum, askeri kurumu birleştirirken Rusya’nın Libya’daki askeri varlığını yönetmek için diplomatik araçlara odaklanmaya yardımcı olur.
Dördüncü senaryo ise ülke çapında huzursuzluğun yayılması. Bu senaryoda halkın artan öfkesi Libyalı tarafları taviz vermeye zorlayabilir, batı bölgesinde Dibeybe hükümetini düşürebilir ya da doğu bölgesinde Temsilciler Meclisi ve hatta Genel Komutanlık gibi güçleri hedef alabilir. Son yıllarda protestolar ülke çapında farklı bölgelerde Libya’nın en etkili siyasi ve askeri figürlerinden bazılarına karşı hızla ayaklanmalara dönüştü.
Bu dört senaryo göz önüne alındığında, üçüncü ve dördüncü senaryolar diğer ikisinden daha olası görünüyor. Bu iki senaryodan hangisinin gerçekleşeceğine karar verecek olan şey, Rusya’nın askeri varlığındaki potansiyel ciddi değişimlere bağlı. Eğer bu Rus varlığı resmiyet kazanır ve genişlemeye çalışırsa, Washington’un dördüncü senaryoya yol açabilecek şekilde kararlı adımlar atması gerekebilir. Moskova’nın, Washington’un bu genişlemiş varlığa etkili ve barışçıl bir şekilde karşılık verebileceğini düşünerek Libya’daki varlığını genişletmeye çalışmadığını varsayalım. Bu durumda üçüncü senaryo en olası senaryo olacaktır.
Diplomasi
İsrail’den Macron’a ‘Yahudi devletine karşı Haçlı Seferi’ suçlaması

Tel Aviv yönetimi, Filistin devletini tanımanın ahlaki sorumluluk olduğunu söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’a İsrail’e karşı “Yahudi devletine karşı Haçlı Seferi düzenleme” suçlaması yöneltti.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, resmi ziyaret için gittiği Singapur’da, İsrail-Filistin çatışmasıyla ilgili konuştu.
Filistin devletinin tanınmasının ahlaki bir görev ve siyasi bir gereklilik olduğunu vurgulayan Macron, bu tanımanın gerçekleşmesi için yerine getirilmesini beklediği koşullardan bahsetti. Macron bu bağlamda, Filistin devletinin İsrail’i ve bu ülkenin güven içinde yaşama hakkını tanıması, Hamas’ın silahsızlanması, Hamas’ın Filistin yönetimine katılmaması ve esirlerin serbest bırakılması gibi koşulları anlattı.
İsrail’in gelecek saat ve günler içinde Gazze Şeridi’ndeki insani duruma uygun bir çözüm sunmaması halinde Macron, bu ülkeye karşı daha sert bir ortak tutum sergilenmesi gerektiğini vurguladı.
Macron, böyle bir durumda Avrupa Birliği’nin (AB) kendi kurallarına uyması, insan haklarına saygıyı ön koşul sayan süreçleri sona erdirmesi ve yaptırım uygulaması gerekeceğini belirtti, “Ancak İsrail’in tutumunu değiştireceğine ve sonunda insani bir çözüm olacağına dair umudum var” dedi.
“Onlar kağıt üzerinde biz sahada…”
Macron’a ilk tepki İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz’tan geldi. Katz, işgal altındaki Batı Şeria’da 22 yeni yerleşim biriminin onaylanmasının Macron’a mesaj olduğunu söyledi.
Batı Şeria’da gasp edilen Filistin toprakları üzerinde inşasına onay verilen 22 yeni yasa dışı yerleşim biriminden biri olan Sa-Nur’a giden Katz, burada yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Bu (22 yasa dışı yerleşimin inşasına onay verilmesi) Macron ve arkadaşlarına açık bir mesaj. Onlar, Filistin’i kağıt üzerinde tanıyacak ve biz sahada Yahudi İsrail devletini kuracağız. O kâğıt (Filistin’i tanıma kararı) tarihin çöp kutusuna atılacak” ifadelerini kullandı.
Haçlı Seferi suçlaması
İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın, X hesabından yapılan açıklamada ise Macron’un İsrail’in Gazze’de neden olduğu insani felakete ilişkin söylediklerinin gerçeği yansıtmadığı iddia edildi.
Macron’u “Yahudi devleti İsrail’e karşı Haçlı Seferi düzenlemekle” suçlayan Bakanlık, Gazze’de ablukanın olmadığını, İsrail’in yardım girişini kolaylaştırdığını ileri sürdü.
Açıklamada, ABD-İsrail güdümündeki Gazze İnsani Yardım Vakfı’nın faaliyetleri övüldü ve 900 tır yardımın Gazze’ye giriş yaptığı söylendi. Bununla birlikte, Birleşmiş Milletler’e (BM) ait tırlardaki yardımların beklediğini belirten Bakanlık böylece bu yardımların dağıtılmadığını kabul etti.
Fransa’nın Hamas’a baskı uygulaması gerektiği buna karşın Macron’un Filistin devletinin kurulması için çaba sarf ettiği ve “bu devletin milli gününün ise 7 Ekim olacağı” ileri sürüldü.
Dışişleri de ilhakla tehdit etmişti
İsrail kabinesi, Batı Şeria’da gasp edilen Filistin toprakları üzerinde 22 yeni yasa dışı yerleşim biriminin kurulmasına onay vermişti.
İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar da aralarında Fransa ve İngiltere’nin de bulunduğu ülkelerin Filistin’i tanıması halinde Batı Şeria’daki yasa dışı yerleşim birimleri ile Ürdün Vadisi’ni tek taraflı ilhak edebilecekleri tehdidinde bulunmuştu.
İsrail’in işgali altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te gasbedilen Filistin toprakları üzerinde 250’ye yakın yasa dışı yerleşim birimi bulunuyor.
Filistin kentlerini hatta köylerini bile birbirinden ayrılan bu yasa dışı yerleşim birimleri, bölgedeki işgali daha da derinleştiriyor.
Bu yasa dışı yerleşim birimlerindeki Filistin topraklarını gasp eden İsrailliler, Batı Şeria’da sık sık Filistinlilerin köylerine saldırıyor, evleri, araçların yanı sıra tarım arazilerini ateşe veriyor, zeytin ağaçlarını kesiyor.
Yasa dışı saldırıları nedeniyle Batı Şeria’da işgalin boyunduruğu altındaki Filistinlilerin hayatı daha da güç hale geliyor.
Ortadoğu
ABD’nin, İsrail ile İran konusundaki işbirliğini askıya aldığı iddiası

ABD Başkanı Donald Trump’ın, İran’ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırının, Tahran yönetimi ile devam eden görüşmeleri olumsuz etkileyeceği endişesiyle ABD’nin İsrail ile İran konusundaki askeri koordinasyonun durdurulması talimatını verdiği iddia edildi.
İsrail’in Kanal 12 televizyonunun haberine göre, Trump’ın yakın zamanda telefonda görüştüğü “İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu İran’ın nükleer tesislerine tek taraflı saldırı düzenlememesi konusunda açık bir dille” uyardığı öne sürüldü.
Trump’ın Netanyahu’ya şu an İran’ın nükleer tesislerine saldırmanın zamanlamasının “uygunsuz” olduğunu belirterek bu yönde bir saldırının “İsrail’in güvenlik çıkarlarına da hizmet eden (İran ile) güçlü bir nükleer anlaşmaya varma şansını zedeleyebileceğini” söylediği kaydedildi.
ABD Başkanı Trump’ın, ABD ordusuna, İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırılarla ilgili olarak İsrail ile her türlü askeri işbirliğinin dondurulması talimatını verdiği belirtildi.
İsrail’in başta füze savunma sistemleri olmak üzere ABD’nin askeri işbirliğine ciddi ihtiyaç duyduğu kaydedilen haberde, İran’ın nükleer tesislerine saldırı meselesinde askeri işbirliğinin dondurulmasının İsrail’in tek taraflı bir çatışmaya girişmesini son derece “riskli hale getirdiği” aktarıldı.
Trump ile Netanyahu arasındaki son telefon görüşmesinin, İran konusunda “temel anlaşmazlıklarla dolu olduğu” bildirildi.
Görüşmede Trump’ın diplomatik çözüme bağlılığını belirterek İran ile İsrail’in güvenlik ihtiyaçlarını da karşılayan “iyi bir anlaşmaya” ulaşılabileceğine inandığını söylediği bilgisi paylaşıldı.
Umman’ın aracılığıyla ABD ile İran arasında nükleer anlaşmaya varılması için müzakereler yürütülüyor. Müzakerelerin 5. turu 23 Mayıs’ta İtalya’nın başkenti Roma’da yapılmıştı.
Trump, 26 Mayıs’taki açıklamasında, İran ile nükleer müzakerelerde “önemli ilerleme” kaydedildiğini belirterek kısa süre içinde görüşmelerden olumlu haberler gelebileceğini söylemişti.
ABD Başkanı dün yaptığı açıklamada da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya “İran’la nükleer müzakereleri bozabilecek karşı adımlar atmaması” konusunda uyarıda bulunduğunu ifade etmişti.
WSJ: İsrail, ABD’nin olası tavizinden endişeli
Öte yandan Wall Street Journal’ın (WSJ) haberine göre, İsrail, ABD’nin nükleer müzakerelerde kendi açısından “kırmızı çizgi” olarak gördüğü bazı temel maddelerden taviz verebileceği endişesini taşıyor. Bu maddelerden en önemlisi, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini tamamen durdurma şartı.
İsrailli yetkililer, ABD’nin bu talebi geri çekerek daha sınırlı ve kapsamı dar bir anlaşmaya razı olmasından endişe ediyor.
Başbakan Netanyahu, daha önce defalarca, “kötü bir anlaşma, hiç anlaşma olmamasından daha kötüdür” uyarısında bulunmuştu. Ancak WSJ’nin İsrailli güvenlik uzmanlarına dayandırdığı analizlere göre, İsrail’in ABD desteği olmadan tek taraflı bir askeri operasyon başlatması da oldukça zor görünüyor.
İki ülkenin yeni bir nükleer anlaşmaya nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda tam anlamıyla uzlaşamadığını belirten ismi açıklanmayan üst düzey bir ABD’li yetkili, “Bu konuda İsrail ile bazı görüş ayrılıklarımız var” dedi.
Ancak aynı yetkili, İran’ın anlaşma yapmayı reddetmesi halinde ABD’nin ileride İsrail’in olası bir askeri müdahalesine destek verebileceğinin sinyallerini de verdi: “Eğer [İran] bir anlaşma istemiyorsa, o zaman biz de [İsrail’in adımını] destekleyebiliriz.”
Ortadoğu
Suudi Arabistan’dan İran’a nükleer anlaşma uyarısı

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman’ın geçen ay Tahran’daki temaslarında İranlı yetkililere, ABD Başkanı Donald Trump’ın nükleer anlaşma teklifini ciddiye almaları gerektiği uyarısında bulunduğu iddia edildi. Suudi ve İranlı kaynaklara göre, bu teklifin kabul edilmesi, İsrail ile olası bir savaşın önüne geçmenin tek yolu olabilir.
Reuters’ta yer alan habere göre Suudi Kralı Selman bin Abdülaziz, bölgedeki istikrarsızlığın derinleşmesinden endişe duyarak oğlu Prens Halid’i, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’e bir uyarı mesajı iletmek üzere Tahran’a gönderdi. Bu ziyaret, Suudi Arabistan’dan İran’a son 20 yılda yapılan en üst düzey resmi temas olarak kayda geçti.
17 Nisan’da Tahran’daki cumhurbaşkanlığı yerleşkesinde gerçekleşen toplantıya, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ve Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi de katıldı.
Trump’ın nükleer anlaşma için sabrı olmadığı mesajını iletti
Prens Halid’in ziyareti basında yer alsa da Kral Selman’ın gizli mesajının içeriği daha önce ortaya çıkmamıştı. Dört farklı kaynağa göre Trump’ın ilk döneminde Washington büyükelçiliği yapan Prens Halid, İranlı yetkililere Trump’ın uzun süren müzakerelere sabrı olmadığını açıkça iletti.
Bu mesajın iletilmesinden yaklaşık bir hafta önce ABD Başkanı, İran ile nükleer anlaşma için müzakerelerin başladığını sürpriz şekilde açıklamıştı. Bu açıklamayı, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Washington ziyareti sırasında yaptı. Netanyahu, nükleer tesislere saldırılar için destek arıyordu.
“Diplomasi penceresi daralıyor”
Tahran’daki toplantıda Prens Halid, Trump yönetiminin hızlıca bir anlaşmaya varmak istediğini, bu fırsatın kısa sürede kapanabileceğini söyledi. Körfez kaynaklarına göre, Suudi bakan, ABD ile anlaşmaya varmanın, görüşmelerin çökmesi durumunda İsrail’in askeri saldırısıyla karşı karşıya kalmaktan daha iyi bir seçenek olduğunu ifade etti.
Zaten Gazze ve Lübnan’daki son çatışmalarla yıpranan bölgenin, yeni bir gerilim dalgasını kaldıramayacağını belirten Prens Halid, hem Suudi Arabistan’ın hem de komşu ülkelerin ekonomik hedeflerinin tehlikeye gireceğini vurguladı.
Tahran: Anlaşmaya istekliyiz ama uranyum zenginleştirmeden vazgeçmeyiz
Toplantıda İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın, Batı yaptırımlarının kaldırılmasıyla ekonomik baskının hafifletilmesini sağlayacak bir nükleer anlaşmaya sıcak baktığını söylediği aktarıldı. Ancak İranlı yetkililer, Trump yönetiminin öngörülemez tutumundan rahatsız olduklarını ve uranyum zenginleştirme konusunda tam bir taviz vermeye hazır olmadıklarını belirtti.
Trump, daha önce diplomasi başarısız olursa askeri güç kullanma tehdidinde bulunmuştu. İran ise, sivil amaçlı nükleer faaliyetlerini tamamen sona erdirmesini içeren talepleri reddediyor.
Reuters, İran’ın ABD’nin dondurulmuş varlıklarını serbest bırakması ve sivil amaçlı uranyum zenginleştirme hakkını tanıması halinde uranyum zenginleştirme faaliyetlerini geçici süre dondurmayı değerlendirebileceğini ileri sürmüştü. Ancak İran Dışişleri Bakanlığı bu iddiayı yalanladı.
Suudi Arabistan, ABD’ye İran’a saldırı için üs vermeyecek
Kaynaklara göre Prens Halid, İranlı yetkililere, Riyad’ın bölgesel tansiyonu artıracak her türlü eylemden kaçınmalarını beklediğini iletti. Ayrıca, Trump’ın Biden ve Obama’ya kıyasla çok daha sert karşılık verebileceğini de vurguladı.
Bununla birlikte Prens Halid, olası bir askeri müdahale durumunda Suudi topraklarının veya hava sahasının ABD ya da İsrail tarafından kullanılmasına izin verilmeyeceği garantisini verdi.
Trump: Anlaşma yapın, yoksa sonuçlarına katlanırsınız
Beyaz Saray, Suudi uyarısından haberdar olup olmadığını doğrudan yanıtlamasa da Sözcü Karoline Leavitt, “Başkan Trump çok net konuştu: Anlaşma yapın, yoksa ciddi sonuçlarla yüzleşirsiniz. Ve dünya onu ciddiye alıyor” dedi.
Trump, çarşamba günü yaptığı açıklamada, geçen hafta Netanyahu’yu nükleer görüşmeleri bozacak adımlardan kaçınması konusunda uyardığını ve “Taraflar artık çözüme çok yakın” dediğini belirtti.
İran’ın bölgesel etkisi geriliyor
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın kardeşi olan Prens Halid’in ziyareti, Suudi Arabistan ile İran arasında 2023 yılında Çin arabuluculuğunda sağlanan normalleşme sonrası ilk üst düzey temas oldu. Bu süreç, iki ülke arasındaki onlarca yıllık düşmanlığı yumuşatmıştı.
Ancak son dönemde İran’ın bölgedeki etkisi, İsrail’in Gazze’de Hamas’a, Lübnan’da Hizbullah’a ve Suriye’de Beşar Esad yönetimine karşı düzenlediği saldırılarla ciddi ölçüde sarsıldı. Batı yaptırımları da İran’ın petrole dayalı ekonomisini derin şekilde etkiledi.
Carnegie Orta Doğu Merkezi’nden İran uzmanı Mohanad Hage Ali’ye göre, Tahran’ın zayıflığının Suudi Arabistan’a diplomatik nüfuzunu kullanma ve bölgesel bir çatışmayı önleme fırsatı verdiğini söyledi.
Ali Reuters’a verdiği demeçte, “Savaş ve İran ile çatışmanın kendileri, ekonomik vizyonları ve hedefleri üzerinde olumsuz etkileri olacağı için savaşı önlemek istiyorlar” dedi.
-
Dünya Basını5 gün önce
Çin’de üretilen güneş panelleri ve bataryalar neden bu kadar ucuz?
-
Amerika1 hafta önce
İki İsrail elçiliği çalışanını öldüren Elias Rodriguez manifesto yazmış
-
Görüş1 hafta önce
Çin-Afrika enerji işbirliği: Kurak bölgelerin temiz enerji vahalarına dönüşümü
-
Dünya Basını2 hafta önce
Fas, Batı Afrika’da imparatorluk inşa ediyor
-
Ortadoğu1 hafta önce
Robert Ford: Ahmed Şara ile 2023’te İdlib’de görüştüm
-
Görüş2 hafta önce
Trump’ın Orta Doğu’daki ‘hasat turu’ dolu dolu sona erdi
-
Görüş1 hafta önce
İspanya’dan Türkiye’ye bakmak
-
Dünya Basını2 hafta önce
Dani Rodrik: Merkantilizm o kadar da kötü değil ama Trump’ınki en kötüsü