Bizi Takip Edin

Görüş

Hindistan’ın Trump stratejisi işe yarıyor mu?

Avatar photo

Yayınlanma

Donald Trump dünyanın en öngörülemeyen lideri ancak Hindistan Trump ile nasıl başa çıkacağını bildiğine inanıyor. Hindistan’ın Amerika ile yakın ilişkilerinin zirvesi yine Trump döneminde yaşandı. İlk Trump yönetiminde Amerika Hindistan’ın en büyük ticaret ortağı oldu. Birkaç milyar dolarlık savunma anlaşması imzalandı. Ve iki ülke Çin gibi “zorluklar” üzerinde yakın işbirliği içinde çalıştı.

Her şey tamamen yolunda gitmedi elbet, özellikle ticaret gibi konularda. Ancak pek çok kişi Hindistan’ın Trump ile baş etme konusunda diğerlerinden daha iyi iş çıkardığına inanıyor.

Peki neden?

Hindistan’ın Trump ile iyi çalışmasının 3 nedeni var: Ekonomi ve Modi faktörleri ile Hindistan’ın verdiği küçük tavizler veya Amerika’nın edindiği küçük kazanımlar…

Açıkçası Trump iyi bir pazarlıkçı veya iyi bir iş bitirici: Beyaz Saray’a dünya politikası için bir “grand teori” getirmiyor ancak büyük ölçüde ülkelere bakıyor ve Amerika için ne yapabileceklerini soruyor. Burada Delhi’nin sunduğu şey büyüyen ekonomisi. Hindistan’ın son zamanlardaki büyüme öyküsü ve özellikle orta sınıfın yükselişi Trump’ın ilgisini çekiyor.

Trump 2017’de şöyle demişti: “Hindistan ekonomisini açtığından bu yana şaşırtıcı bir büyüme ve genişleyen orta sınıfı için yeni bir fırsatlar dünyası elde etti.” Bu, Hint şirketlerin Amerikan firmalarından satın alabileceği ve Amerika’ya yatırım yapabileceği anlamına geliyordu. Bunu Trump’ın Modi ile 2017’deki ilk görüşmesinde gördük. Spicejet, Boeing ile 100’den fazla uçak için 10 milyar dolarlık bir anlaşma imzalamıştı. Ve Amerika, Hindistan ordusuna 2 milyar dolarlık Predator drone satmıştı. Ve de Trump bu anlaşmalardan dolayı Yeni Delhi’yi açıkça takdir etmişti.

Ki o zamandan bu yana her Modi Trump toplantısında daha fazla satış ve daha fazla iş konuşuldu. Yeni Delhi, diğer bazı ülkeler gibi, Hindistan’ın Amerika’daki yatırımları ve savunma alımları üzerinde durdu ve bu, Trump’ı oldukça mutlu etti. Bu, işin ekonomik boyutuydu…

Bir de Modi faktörü var… Doğrusu Donald Trump ve Narendra Modi çok ama çok farklı iki adam ancak Trump Modi’ye saygı duyuyor gibi görünüyor. Trump, Modi’yi Hindistan’ın Elvis’i ve Amerika’nın “en büyük dostu” olarak nitelendiriyor. Modi, 2017’de Trump’ın Beyaz Saray’da akşam yemeğinde ağırladığı ilk liderdi. Trump ayrıca Modi’yi “muazzam başarılarından” ötürü övmüştü, övüyor. Ki Trump’ın genellikle diğer dünya liderleri hakkında böyle konuştuğunu pek duyamazsınız. Trump’ı eleştirenler, onun Modi’nin “popülist güçlü adam” imajına hayran olduğunu öne sürüyor ki Trump da 2024’teki bir podcast röportajında buna işaret etmiş ve Modi’yi “tam bir baş belası” olabilecek iyi bir adam olarak nitelemişti. Trump özellikle Modi’nin Pakistan’a yönelik sert tutumuna gönderme yapmıştı.

Modi ayrıca Trump ile olan ilişkisinde de işini biliyor gibi gözüküyor. Teksas’taki 2019 Howdy Modi mitingi ve Hindistan’daki 2020 Namaste Trump etkinliği büyük kalabalıkların ilgisini çekmiş ve doğrusu Trump etkilenmişti; Modi’yi “Amerika’nın en büyük ve en sadık dostlarından” biri olarak övgülere boğmuştu VE yeniden seçilmesi halinde Hindistan’ın ondan daha iyi bir dostu olmayacağının sözünü de vermişti. Trump, Modi ile bağları Hint-Amerikalılar arasında destek kazanmanın bir yolu olarak görebilir…

Ve diğer faktör: Hindistan’ın “minik” tavizleri veya Amerika’nın “minik” kazanımları…

Delhi ayrıca Trump’a, onun için önemli olan temel konularda taviz vermeyi seçiyor.

Örneğin yasadışı göç.

Doğrusu Hindistan’da Amerika’dan sınır dışı edilen yasadışı Hint göçmenlere yönelik muameleye ilişkin bir miktar öfke olmasına karşın Hint hükümeti bu konuda pek bir şey söylemedi. Yalnızca yasadışı göçü kınadı ve sınır dışı edilenleri çok fazla sorun çıkarmadan geri alacağını söyledi.

Ayrıca Trump’ın yüksek Hint tarifeleri hakkındaki önceki açıklamaları göz önüne alınırsa, motosiklet ve gıda maddeleri gibi Amerikan ürünlerine uygulanan gümrük vergileri de düşürüldü.

Açıkçası Yeni Delhi bu kazanımların Trump’ı mutlu edeceğine inanıyor. Ki göreceli de olsa, bütün bunlar Hindistan’a da bir miktar fayda sağlıyor. Trump, Hindistan’ın üst düzey savunma teknolojisine erişimini sürekli olarak artırıyor. Ayrıca Amerika’daki Khalistanlı ayrılıkçı gruplar ile mücadele gibi Hindistan’ın önceliklerine de açık görünüyor. Ve ayrıca terörist Tahawwur Rana’nın Hindistan’a iadesini de kabul etti.

Yeniden anımsamak gerekirse, Trump’ın ilk döneminde Amerika, Hindistan’ın en büyük ticaret ortağı oldu ve QUAD yeniden canlandırıldı ve Çin’e karşı daha güçlü bir tutum takındı. Ayrıca Hindistan’ın iç politikasına çok az müdahale vardı. Ki sonuncusu Hindistan için can alıcı hassas bir önem taşır…

Yeni Delhi için tüm bunlar “Hindistan’ın Trump’a yönelik oyun planının” işe yaradığı anlamına geliyor.

Hindistan için Tahawwur Rana’nın iadesi, şubat ayında gerçekleşen Trump-Modi görüşmesinin gerçek bir kazanımı. Yeni Trump yönetimi, 26/11 saldırılarının (2008 Mumbai saldırıları) planlayıcısı Tahawwur Rana’nın iadesini onaylamayı kabul etti. Hindistan yıllardır Amerika’dan onun iadesini talep ediyordu. Şubattaki görüşmenin ortak bildirisinde, Trump yönetiminin Hindistan’ın toprak bütünlüğünü tehdit eden gruplara karşı “kararlı eylem” gerçekleştirmesi taahhüt ediliyor. Ve Hindistan bunu, Khalistan konusunda da bir kazanım olarak değerlendiriyor.

Bu görüşmede Trump ayrıca savunma ürünlerinin ihracatını kontrol eden Uluslararası Silah Ticareti Düzenlemeleri’ni (ITAR) gözden geçirerek Hindistan için savunma satışlarını kolaylaştırmaya da odaklanacağının sözünü verdi. Ayrıca Hint şirketlerin Amerika pazarına satış yapmasına olanak tanıyabilecek Karşılıklı Savunma Tedarik Anlaşması üzerinde de görüşmeler başlayacak. Savunma teknolojisine daha kolay erişimin kapılarını aralayacak bu gelişmeler Hindistan’ın kazanımı olarak düşünülüyor.

Ancak Hindistan’ın kazanımları olarak düşündüğü tüm bunların karşılığı da var elbet…

Donald Trump yıllardır Amerikan mallarına uygulanan yüksek Hindistan tarifelerinden şikayetçiydi. Ancak şubattaki görüşmede ikili, 2025 sonuna kadar Amerikan şirketlerinin Hindistan pazarına daha fazla erişebilmesini sağlayacak yeni bir ikili ticaret anlaşması (serbest ticaret anlaşması değil) üzerinde görüşmeyi kabul etti. Yani 2025 sonlarına kadar İkili Ticaret Anlaşması’nın sonuca varması ve ayrıca 2030’a kadar toplam ikili ticaretin 500 milyar dolara (iki kattan fazla artış) ulaşması hedefleniyor.

Bu arada Amerika Delhi’ye milyarlarca dolar değerinde petrol ve doğalgaz satıyor. Ancak yeni Trump yönetiminde Amerika, Hindistan ile Amerika arasındaki 50 milyar dolarlık ticaret açığını azaltmak ve daha fazla satış yapmak istiyor. Yeni bir enerji ortaklığı Amerika’nın Hindistan’ın en büyük enerji tedarikçilerinden biri olmasını sağlayabilir.

Yani bu durumda Yeni Delhi hem daha fazla Amerikan savunma ekipmanı alacak hem de daha fazla Amerikan enerjisi tedarik edecek…

Ancak Amerika Hindistan’ın ucuza aldığı Rusya’ya benzer bir fiyat noktasında petrol ve gaz sunmadığı sürece, Delhi’nin sembolik bir miktardan fazlasını ithal etmeye sıcak bakacağını hayal etmek zor…

Yine de Hindistan’ın Amerika’dan zaten satın alma yaptığını ve bunu giderek artan bir oranda yaptığını belirtmekte fayda var. Son yıllarda Amerika’dan ithalatını 3 milyar dolar artırdı. Ve ham petrol değer açısından Hindistan’ın 2019’dan bu yana Amerika’dan ithal ettiği en büyük emtia.

Yeni Delhi ayrıca son yıllarda Amerika’ya 40 milyar dolar yatırım yaptı ve bu da yaklaşık 500 bin Amerikalı için iş yarattı. Dolayısıyla Hindistan Amerika’dan daha fazla satın alma yönündeki baskıyı, orada zaten ne kadar satın aldığını vurgulayarak savuşturmaya çalışabilir. Bu arada da bu faaliyetler muhtemelen daha da yüksek bir ticaret açığını önlemiş oldu. Ayrıca Hindistan’ın savunma duruşunun ve Hint Okyanusu bölgesinde net güvenlik sağlayıcısı statüsünün Amerika çıkarlarını ilerletmeye yardımcı olduğu olgusu da var ki Delhi bu gibi başka durumlara işaret ederek de daha fazla Amerikan silahı satın alma baskısını hafifletmeye çalışabilir. Buna, Hindistan’ın füze saldırıları ve korsanlık tehdidi altındaki gemileri korumak ve kurtarmak için Orta Doğu sularındaki deniz faaliyetleri ve Çin’e karşı koymak için birkaç Güneydoğu Asya ülkesine füze tedarik etme yönündeki devam eden çabalarını da ekleyin…

Modi ayrıca ajan ve insan kaçakçıları ağlarının peşine düşerek Amerika’ya yasadışı göç ile mücadele sözü verdi. Yasadışı göçün Amerika’da politik olarak ne kadar tartışmalı hale geldiği dikkate alınırsa, Trump Hindistan’ın Amerikan kırmızı çizgilerine saygı göstereceğinden artık emin.

Bu arada şubat ayındaki görüşmede ayrıca başka duyurular da vardı. Yeni Delhi yurtdışında 5. nesil savaş uçağı ararken Trump açıkça Hindistan’a Amerikan F35 savaş uçağını teklif etti. İki lider ayrıca Pakistan’a topraklarının terörizm için kullanılmasını durdurma çağrısında bulundu.

Modi, yeni başkan ile yüz yüze görüşen yalnızca dördüncü dünya lideriydi; önceki üçü, İsrail ve Japonya başbakanları ile Ürdün kralıydı ki hepsi de yakın Amerikan müttefikleri. Bu, yeni Trump yönetiminin Modi’ye ve Amerika’nın Hindistan ile ortaklığına nasıl baktığı hakkında bir şeyler söylüyor olabilir ama sonuçlar açısından henüz çok fazla şey beklenmiyor, beklenmemeli de. Yine de iki taraf ortaklığı güçlendirmek için “21. yüzyıl için ABD-Hindistan COMPACT (Askeri Ortaklık, Hızlandırılmış Ticaret ve Teknoloji için Fırsatları Katalize Etme)” girişimini duyurdu.

Ancak acil dikkat gerektiren iki konudan biri belirsizliğini koruyan kaçak göçmen konusu iken diğeri belirsizliğini koruyan yaptırım muafiyetleri konusudur. Yaptırım muafiyetleri sağlama konusundaki isteksizliğini gösteren Trump’ın İran’a yönelik “maksimum baskı” politikasının Hindistan’ın Chabahar’daki liman geliştirme projesi için ne anlama geldiği konusunda hala netlik yok.

Son can alıcı nokta Trump’ın ticaret savaşları ile ilgili Delhi önlemleri veya stratejileri de belirsiz ve son derece yetersiz. Sanki -Delhi için pek de alışık olmadığımız şekilde- stratejik akıl olarak değil de bir anlamda günü kurtarmak şeklinde gelişiyor gibi bir izlenim veriyor. Gümrük tarifeleri konusunda tavizler vermeye açık. Ya da Make in India örneğin, ülkede yerli üretimi öncelik kılmak ve yerli üretime ilişkin tüm kalemleri/donanımları ülke içinde geliştirmek için Hindistan’da Yap girişimi; çok ses getirmiş ve hala çok övgü ile lanse ediliyor olsa da doğrusu çok da başarıya ulaşamadı. Trump Çin karşısında Hindistan’ın dünyanın üretim merkezi olması için son derece hevesli ve destekçi gözüküyordu ancak hevesi kırılmış olmalı. Delhi bunu son yıllarda cep telefonu ve ilaçta başarmış gözükse de bundan ileri gidemedi. Diğer birçok sektörde Çin başta olmak üzere diğer rakipler daha dişli. Çok daha önemlisi Hindistan’da Üret yani Make in India politikasının önünde ciddi bir altyapı eksikliği söz konusu. Sanıyorum henüz hala Hindistan bu konuda hayal ettiği noktadan uzak… Yani Delhi’nin daha kırk fırın ekmek yemesi gerekiyor gibi gözüküyor.

Dalgalanan küresel ticaret dinamikleri arasında stratejik nedenler ile Amerika’ya öncelik veren Delhi şimdilerde yedi ikili ticaret anlaşması müzakeresi sürecinde. Bunlar Hindistan’ın ekonomik konumunu güçlendirmeyi ve hem pazar hem de üretim zorluklarını ele almayı amaçlıyor. Her ticaret anlaşması tekdüze olmayacak, tavizler muhtemelen stratejik kırılganlığa bağlı olarak değişecektir. Bu arada sürece eşlik eden politik enerji ve cesaretlendirici sözler yakın geçmişin şüpheciliğinden uzaklaşıldığını yansıtıyor. Bu elbette Trump’ın tarifeler konusunu tehditkar biçimde ortaya atması ile gözlemleniyor.

Karakteristik pragmatizmi ile ani ve doğrudan etkiyi azaltmaya odaklanan Yeni Delhi yakın ve zorlayıcı risklerin farkındalığı ile ister mal ihracatında ister hizmet ekonomisinde olsun Hindistan’ın mevcut hisselerini korumaya kararlı. Pazar payını korumak önemli ama amaç her zaman onu büyütmek olmalı. Başarılarını göz ardı etmek son derece haksızlık olur ancak Hindistan’ın üretim çabaları son derece yetersiz kalıyor…

Ancak yine de zorluklara karşın, Hindistan-Amerika ilişkisi iyi bir noktada.

Hindistan Dışişleri Bakanı S. Jaishankar’ın yakın zaman önceki konuşmasından birkaç cümle buraya iliştireyim:

“Trump’ın önceliklerinin çoğu bizim için işe yarıyor.”

“Uluslararası mali ve ekonomik sistemi güçlendirmek için ABD ile çalışmanın öncelik olması gerektiğine inanıyoruz.”

“ABD çok kutupluluğa doğru ilerliyor ve bu, Hindistan’a uyuyor.”

Görüş

Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 2

Avatar photo

Yayınlanma

Hindistan-Pakistan çatışmasının sonuçlarını ele alan yazı dizisinin ikinci bölümü:

Hindistan Savunma Bakanı Rajnath Singh şöyle diyordu:

“Terörle mücadele artık ulusal savunma doktrininin bir parçası. Sindoor Operasyonu, terörizme karşı çizdiğimiz kırmızı çizgidir. Pakistan yalnızca bizim tarafımızdan bir denetim sürecindedir. Sizi izliyoruz. Sindoor Operasyonu henüz bitmedi. Bu yalnızca bir fragman. Gerekirse, tam resmi göstereceğiz.”

Alt-konvansiyonel saldırılara karşı konvansiyonel misilleme güvencesi

Bu, stratejinin en önemli unsuru. Sindoor Operasyonu, Hindistan hükümetinin böyle bir yanıtın sonuçlarına bakmaksızın terörizme yanıt vermeye kararlı olduğu fikrinin altını çizdi. Hindistan uzun zamandır bu niyetini dile getirse de bu resmi bir politika haline gelmedi ve bu politika ikna edici bir şekilde uygulanmadı. Yüksek yoğunluklu, açık ve kamuya açık bir askeri operasyon olan Sindoor Operasyonu ile Hint politikacılar, ‘terör saldırıları askeri yanıtla karşılanacak’ stratejisini bir politika meselesi olarak vurgulamaya çalıştılar. Bu strateji, eylemlerin duyurulmadan ve ancak daha sonra kabul edildiği 2016’nın aksine, Pakistan’a karşı konvansiyonel bir askeri yanıtın kamuoyuna açıklanmasını ve ardından bu taahhütlerin yerine getirilmesini içerir. Hindistan, niyetlerini Pakistan’a ve uluslararası topluma açıkça iletmeyi gerektiren yeni yaklaşım ile Pakistan’ı belirli kırmızı çizgileri geçmekten caydırabilecek iyi duyurulmuş bir tetikleyici strateji oluşturmayı amaçlıyor. Hindistan yalnızca cezalandırıcı eylemde bulunmak istemiyor, aynı zamanda bunu açıkça ve görünür şekilde yapıyormuş gibi görünmek istiyor. Buradaki amaç, caydırıcılığı artırmak için düşman için kamuoyuna açık kırmızı çizgiler belirlemektir. Bu strateji, terör saldırısının ardından her tırmanışta müdahalenin maliyetlerini, risklerini, kapsamını ve yoğunluğunu kademeli olarak artırmayı amaçlıyor.

2001 Parlamento saldırısından bu yana, Hindistan’ın terörizme verdiği yanıtın yoğunluğunda kademeli bir artış oldu ve 2025 Pahalgam saldırılarıyla doruğa ulaştı. Hindistan’ın terörizme verdiği en yoğun yanıt, benzeri görülmemiş derecede kinetik ve kinetik olmayan yanıtları birleştiren bu ay (mayısta) görüldü. Hindistan mantığına göre altta yatan fikir, Pakistan’ın terörizmi Hindistan’a baskı yapmak ve Keşmir’i uluslararasılaştırmak için maliyeti etkin bir strateji olarak kullanması durumunda, Hindistan’ın yanıtının Pakistan’ın stratejisini maliyetli ve sürdürülemez hale getirmeyi amaçlaması gerektiğidir. Pakistan’ın geleneksel olarak yanıt vermemesini beklemek gerçekçi değil, ancak Hindistan’ın terör saldırılarına karşı garantili geleneksel misilleme mesajı Pakistan’a ulaştırılmış olacak. Pakistan’ın Hindistan’ın geleneksel yanıtına karşı geleneksel tepkisine odaklanırsanız, asıl noktayı kaçırırsınız; asıl nokta, Pakistan’ın bu ileri geri her yinelemede ödemek zorunda olduğu artan maliyetlerdir. Bu strateji, alt-konvansiyonel (terörizm) ve konvansiyonel (askeri) saldırganlık arasında temel bir ayrım olduğunu kabul etmeyi reddeder. Hindistan’ın amacı, terör saldırılarına yanıt vermek için cezalandırıcı eylemlerde bulunabileceği alt-konvansiyonel alanın üstünde ve nükleer alanın altında belirgin bir alan oluşturmak. Şimdiye kadar bunu başardı. Pakistan’ın bu alanda yapmış olabileceği iyi işe odaklanırsanız, asıl noktayı kaçırırsınız – asıl nokta, Hindistan’ın gerekirse gelecekteki operasyonlar için bu net ve belirgin alanı yaratmayı başarmış olmasıdır.

Hindistan, terörle mücadelede ciddi siyasi niyet gösterdiği, terör altyapısını zayıflatma kapasitesine sahip olduğunu gösterdiği, tepkisinde birleşik ve olgun kaldığı ve bu çatışma dönemini sonlandırmaya karar verdiğinde dahi kalkınma hedeflerinin büyük resmini aklında tuttuğu için memnuniyet duyabilir. Ancak caydırma görevinin tam olarak yerine getirilmediğini de kabul etmeli.

Birbirlerinin hava sahasını ve topraklarını birbirlerinin saldırı ve yıkımından koruma konusundaki temel görevini yerine getirememiş olmaları, tamamen bir kenara atılacak ve bahsetmeyi unutacakları bir konu. Yani eğer iki taraf da hala zafer iddiasında bulunursa, bu yalnızca bir yanılgıdır.

Bu krizden yola çıkarak ulaşılabilecek 4 temel çıkarım var:

1- Hindistan yeni bir şablon oluşturdu. Terör saldırılarına karşı koymak için ciddi siyasi irade ve askeri kapasite sergiledi. 2016’daki hızlı sınır ötesi cerrahi saldırılardan ve 2019’daki bir hava saldırısından sonra Hindistan, Pakistan’daki daha geniş bir hedef grubuna karşı daha geniş bir coğrafyada saldırılar düzenlemeye geçti. Bu etkileyici bir lojistik ve askeri başarı olabilir, ancak askeri yeteneklerinin eksikliği, diplomatik zayıflıkları, iç güvenlik hazırlığının yetersizliği yok sayılamaz.

2- Pakistan daha zayıf olsa da kolay kolay yenilmeyeceğini gösterdi. Ordunun hakimiyeti, bütçe üzerindeki kontrolü, büyük güçler için tarihsel faydası ve dolayısıyla silah sistemleri alma yeteneği onlara bir dizi araç sağlıyor. Bu hem uzun süreli çatışma veya tırmanış için toplumsal destek toplama hem de daha fazla askeri seçeneğe sahip olma düzeyinde işliyor. Güçteki asimetri açıkça görülse de kolay lokma olmadığını ve direnmek için askeri ve diplomatik kapasitelere sahip olduğunu gösterdi. İnsansız hava araçları savaşın yeni bir bölümünü açtı. Pakistan, Hindistan’ın hava savunmasını zorlama yeteneğini gösterdi. Hindistan, Pakistan’ın blöfüne meydan okuyarak, nükleer eşiğin altında mümkün olanın sınırlarını üç kez başarıyla zorlamış olsa da, nükleer şantaj seçeneği devam ediyor.

3- Çin, Pakistan’ın kendini savunma yeteneğinin merkezindeydi. Hindistan’ı zayıflatmak amacıyla Pakistan’ı kullanmak için hiçbir fırsatı kaçırmayacağını gösterdi. Çin’in Birleşmiş Milletler’de diplomatik destek, operasyonlar için maddi destek ve muhtemelen Rawalpindi’ye istihbarat desteği sağladı. Son zamanlarda Hindistan-Çin ilişkilerinde bahar rüzgarları esiyorsa da bu kriz Hindistan’a onun Çin ile gerginliğinin derin olduğunu ve güçlü bir Pakistan boyutuna sahip olduğunu hatırlatmış olmalı. Çin, Keşmir’in bazı kısımlarını kontrol ediyor. Ladakh’ın bazı kısımlarını istiyor. Sınırda aktif bir askeri varlığı ve geliştirilmiş altyapısı var. Fiili Kontrol Hattı’ndaki istikrar kırılgan. Ve bunun da ötesinde, Pakistan’ın nükleer ve konvansiyonel askeri yeteneklerinin arkasında. Çin’in Rusya ile ilişkisi, Rusya’nın artık Pakistan konusunda dahi geçmişte olduğu kadar sağlam bir Hindistan müttefiki olmayabileceği anlamına geliyor. Hindistan, iki aktif ve kırılgan cephede yaşamak zorunda kalacağı ve her an her ikisinde veya birinde meydan okumalara hazırlıklı olması gerektiği korkusuyla bir kez daha yüzleşti.

4- Amerika, tüm retoriklere ve dünyanın geri kalanında daha az şey yapma niyetinde olan dikkati dağılmış bir güç olmasına karşın savaş ve barışın gidişatını şekillendirmek için uluslararası sistemde belirleyici oyuncu olmaya devam ettiğini gösterdi. Amerika’nın hem Hindistan hem de Pakistan’a karşı hem havuç hem de sopa kullanma yeteneği muazzam. Hindistan, onun itibar kazanma eğiliminden ve “arabuluculuk” sözcüğünü kullanmasından hoşlanmamış olabilir. Trump/Amerika uzlaşmayı doğrudan kendine mal etti. Hindistan ısrarla üçüncü taraf yok dedi. Ben de bunun tam olarak böyle olmadığını düşünüyorum. Ancak ABD’nin iki taraf arasındaki görüşmeleri kolaylaştırmada muhakkak bir payı oldu ancak yalnızca “teknik” anlamda yani yatışmak için çünkü ötesini yani çözüm için politik müdahaleyi Hindistan kabul etmez. Aynı zamanda Pakistan’a baskı yapan veya teşvik eden diğer aktörler, özellikle İngiltere, Suudi Arabistan, BAE ve İran da ve ayrıca Türkiye de önemli rol oynadı.

Tarihte ilk kez, iki nükleer güç birbirlerine drone ve hava saldırılarının yanı sıra seyir ve balistik füzelerle saldırdı. Eğer amaç Pahalgam’ın intikamını almaksa, Hindistan başarılıydı. Eğer Sindoor Harekatı’nın amacı gelecekteki terörist saldırılara karşı caydırıcılıksa, bunu sağlamak imkansızdır. Caydırıcılık en iyi zamanlarda bile zordur, çünkü düşmanın maliyet-fayda hesaplamalarına dayanır. Güçteki asimetrilere karşın kararlı bir rakip yine de güç kullanmayı seçebilir. Pakistan bağlamında ele alırsak, Pakistan’ın revizyonist hedefleri, ideolojik zihniyeti, yüksek risk toleransı ve ordusunun baskın rolü onu caydırmayı özellikle zorlaştırıyor. Bu durum, konvansiyonel, vekalet veya nükleer olsun, birden fazla saldırı aracına sahip olduğunda özellikle geçerlidir. Pakistan normal bir devlet veya tam olarak sivil bir devlet değildir; güç kullanmanın sonuçlarını başkalarının algıladığı şekilde algılamaz. Hindistan’ın cezalandırıcı saldırılarının yarattığı beklenti yükü gelecekte daha fazla baskı ve izleyici maliyeti yaratacaktır. Hindistan’daki milliyetçiler ve sertlik yanlıları, ateşkesi Pakistan’a karşı kesin bir zaferin eşiğinde Hindistan’ın taktik avantajının teslimi olarak ilan ettiler. Hindistan Ulusal Kongresi gibi merkez sol siyasi partiler dahi, Indira Gandhi’nin 1971’de yaptığı gibi Amerikalılara karşı çıkmadığı için başbakanla alay ettiler.

Zaferin çenesinden yenilgiyi kapmak, bir Hindistan klasiği:

1948: Hindistan, Jammu ve Keşmir sorunlarını BM’ye götürür ve ardından Hindistan Ordusu zafere doğru yürürken ateşkesi kabul eder.

1954: Hindistan, herhangi bir karşılıklılık olmaksızın Tibet’teki sınır dışı haklarından vazgeçer ve “Çin’in Tibet Bölgesi”ni tanır.

1960: Hindistan, Indus Havzası sularının beşte dördünden fazlasını aşağı akıştaki düşmanı Pakistan için iyi niyetli bir şekilde saklı tutan bir anlaşma imzalar.

1966: Hindistan, 1965 savaşını başlatan Pakistan’a son derece stratejik Hacı Pir’i geri verir.

1972: Hindistan, Shimla’da, karşılığında Pakistan’dan hiçbir şey güvence altına almadan müzakere masasında savaş kazanımlarını verir.

2021: Çin’in 2020’de Ladakh’ın kilit sınır bölgelerine gizlice yaptığı tecavüzlerden sonra Hindistan, müzakerelerdeki tek pazarlık kozunu kaybederek stratejik Kailash Tepeleri’ni boşaltır ve ardından bazı Ladakh bölgelerinde Çin tarafından tasarlanan “tampon bölgeler” konusunda anlaşır.

Ve 2025: Hindistan, kendince bir algı ve mantık çerçevesinde, terörist vekiller aracılığıyla Pakistan’ın kırk yıldır süren “bin kesik savaşı”na son vermek için “Sindoor Harekatı”nı başlatır, ancak üç gün sonra herhangi bir net hedefe ulaşamadan durdurur.

Hindistan’ın bu kafa karışıklığı da veya tüm bunların perde arkası da tarihin gizemi olarak kalacaktır…

Mutabakat Nasıl Sağlandı?

Hindistan, Pakistan Punjab’ın Sargodha bölgesindeki Mushaf Askeri Hava Üssü yakınlarında yer alan Kirana Tepeleri Sahası yani Pakistan ordusunun nükleer cephanelik depolama alanının tünel girişine, burayı havaya uçurma niyetiyle değil, yalnızca uyarı amaçlı tasarlanmış hassas bir atışla taarruz gerçekleştirdi. Belki pek çoklarının gözünden kaçmış olabilir, ancak ateşkes yolunda bu gibi hassas caydırıcı hamleler önemli. Bununla beraber, ateşkes için ABD Dışişleri Bakanı Rubio’nun çabaları söz konusu. Ve Pakistan Başbakanı Şerif’in açıkladığı üzere Suudi Arabistan ve Türkiye’nin de çabaları söz konusu. Hindistan önce ateşkesi kabul edebileceğini ABD’ye bildirdi.

Şiddet karşılıklı olarak doruk noktadaydı. Hindistan’ın Sargodha hassas taarruzu zaten önemli bir mesaj veriyordu: Ya bu noktada duracağız ya da işler çığırından çıkacak!..

Pakistan da ateşkes yapabileceğini bildirdi. Ama Hindistan diretti ve Pakistan’ın kendileriyle kontakt kurmasını istiyordu çünkü Pahalgam’ın sorumlusu Pakistan’dı. Biraz tereddüt eden bu arada da birkaç hava saldırısı daha yapan Pakistan tarafı saldırılarına Hindistan’dan saldırılarla yanıt geldiğini ve bunun sonunun olmadığını anladı ve Hindistan’ı aradı.

Hindistan tarafı şöyle diyordu:

“7. sabah, Pakistan’daki terör kamplarını vurduktan sonra, Hindistan tarafı Pakistan’ın Askeri Operasyonlar Direktörü’nü bilgilendirdi. Onlara, terör kamplarını vurduğumuzu, eğer konuşmak isterseniz, konuşmaya hazır olduğumuzu ilettik. Yanıt vermediler. 10 Mayıs’ta Pakistan aradı.”

Hindistan Askeri Operasyonlar Direktörü Korgeneral Rajiv Ghai şöyle diyordu:

“İlk hedefimiz terör kamplarını vurmaktı ve sonraki günlerdeki tüm eylemlerimiz Pakistan Hava Kuvvetleri ve Pakistan Ordusu’nun müdahalelerine ve ihlallerine yanıt olarak gerçekleşti, bu nedenle Pakistan Askeri Operasyonlar Direktörü ile görüşmeye karar verdim.”

Keşmir’in Uluslararasılaşması

Hindistan hükümetinin saldırganlığındaki ani düşüşün nedeni tarihin en büyük gizemi olacak.

Hindistan, üç hedefe de ulaşıldığını söyledi:

  1. Askeri hedef: Pakistan caydırıldı.
  2. Politik hedef: Indus Su Anlaşması sınır ötesi terörizme bağlandı.
  3. Psikolojik hedef: Üstünlük sağlandı.

Şahbaz Şerif’in zafer söylemi ve Hindistan’ın yenildiği ve ateşkes istediği yönündeki Pakistan anlatısı, Batı ve dünya medyasının bazı kesimleri tarafından yankılanan iddialar göz önüne alındığında, Pakistan’ın Hindistan’ın kendisine öğretmek istediği dersi tam olarak özümsemediği sonucuna varılabilir. Uluslararası düzeyde, Hindistan’ın istediği veya memnun olacağı şekilde Pakistan’ın teröre karışması sorunu örtbas edildi ve yük her iki ülkeye de yüklendi ve her iki ülkeye de kısıtlama getirme ve diplomatik bir çözüm bulma zorunluluğu yüklendi. ABD’nin arabuluculuk iddiası, Hindistan’ın arabuluculuğa karşı uzun süredir sürdürdüğü tutumunu zayıflattı. ABD, Hindistan ile Pakistan’ı eşit tutuyor. Bunun bazı sonuçları var. Hindistan ABD’ye güvenebilir mi? Üstelik çatışmanın ortasında IMF, Pakistan’a mali bir kurtarma paketini de onaylıyor… Dolayısıyla şu soru beliriyor: Acaba Hindistan iddia ettiği gibi 1. ve 3. hedeflerine ulaştı mı? 2. hedef, yazıda bir yerlerde zaten açıklandı.

Şahsen, bunun çok önemli olduğunu düşünmüyorum Ancak insanlar ABD’nin Hindistan-Pakistan ateşkesini “arabuluculuk” edip etmediği veya yalnızca açığı kapatıp ikisini konuşmaya teşvik edip etmediği konusunda çok fazla kafa yoracaklar… Trump, Keşmir konusunda bir “çözüm” aramak için Hindistan ve Pakistan’la birlikte çalışacağını söyledi. Bu, onun ilk döneminde, her iki tarafın da istemesi halinde Keşmir konusunda arabuluculuk yapma yönündeki tekliflerinden daha ileri bir adım. Trump’ın yaklaşımı, Hindistan’ın Keşmir’i Hindistan Birliği’nin ayrılmaz bir parçası olarak sınıflandırmak için yıllardır sürdürdüğü diplomatik çabaları sekteye uğratma riski taşıyordu. Hindistan yıllardır Keşmir’in uluslararası gündemden uzak kalmasını sağlamak için çok fazla diplomatik sermaye harcadı. Mevcut sağcı hükümet, onu herhangi bir ikili görüşmeden dahi çıkardı.

Hindistan ve Pakistan’ın 1947’de İngiliz yönetiminden bağımsızlıklarını kazanmalarından bu yana süregelen Keşmir anlaşmazlığı, birçok üçüncü taraf müdahalesine ve arabuluculuk girişimine sahne oldu. Hindistan, Keşmir sorunuyla ilgili ilk Hindistan-Pakistan savaşından kısa bir süre sonra, 1948’de konuyu Birleşmiş Milletler’e iletti. BM Güvenlik Konseyi, diğer şeylerin yanı sıra, bölgenin geleceğini belirlemek için bir plebisit çağrısında bulunan kararlar aldı. Hindistan, Müslüman çoğunluklu bölgenin kendisi açısından olumsuz bir yetkisinden kaygı duyduğu için referandumu düzenlemedi. BM ayrıca, Keşmir konusunda arabuluculuk yapmak üzere Hindistan ve Pakistan için bir komisyon kurdu; bu gelişme, Hindistan ve Pakistan yönetimindeki Keşmir bölgelerini ayıran 700 km uzunluğundaki fiili sınır olan Kontrol Hattı’nın kurulmasına yol açtı. BM, sonraki yıllarda Keşmir sorununa diplomatik bir çözüm bulunması yönündeki çabalarını sürdürdü ancak sonuç alamadı.

1971 savaşının ardından Hindistan ve Pakistan, her iki ülkenin aralarındaki anlaşmazlıkları “ikili müzakereler yoluyla” çözmeyi kabul ettiği Shimla Anlaşması’nı imzaladılar. Bu, Hindistan’ın dış baskıdan kaçınmak için doğrudan görüşmeleri tercih etmesiyle uluslararası arabuluculuktan büyük bir sapmaydı. Shimla Anlaşması, anlaşmazlığın iki taraflı olması ve üçüncü taraf müdahalesi gerektirmemesi temelinde Hindistan’ın Keşmir politikasının temel taşı haline geldi.

Hindistan, Pakistan’ın 1989’dan bu yana Kontrol Hattı’ndan ‘teröristler’ gönderdiğini söylüyor. 1989, Hindistan yönetimindeki Keşmir’de ayrılıkçı hareketlerin hız kazandığı bölge için bir dönüm noktasıydı. Pakistan, Keşmirli isyancıları maddi olarak desteklediği iddialarını reddederken Keşmirlilerin kendi kaderini tayin hakkına manevi desteğini kabul ediyor.

Pakistan, Keşmir sorunu konusunda her zaman uluslararası arabuluculuk isteyen taraftı. Hindistan’ın tavrı, 2019 yılında Hindistan yönetimindeki Keşmir’in siyasi özerkliğini ortadan kaldıran anayasa değişikliğini yapmasıyla sertleşti. Bu adım, Hindistan yönetimindeki Keşmir’i ülkenin Birlik toprağının resmen bir parçası haline getirerek, üçüncü tarafların arabuluculuk yapma olasılığını daha da azalttı.

Son çatışma Hindistan için ters tepti; Hindistan, Pakistan’a karşı caydırıcılık kurmak istiyordu. Bu başarısız oldu. Pakistan’a karşı uluslararası destek istiyordu. Bu da başarısız oldu. Ve en azından kısa vadede, Keşmir yeniden uluslararası radarda.

Trump’ın yaklaşımı Hindistan için dört önemli açıdan hayal kırıklığı yaratıyor:

Hindistan bakış açısından,

Birincisi, kurban ile fail arasında bir eşdeğerlik ima ediyor ve ABD’nin Pakistan’ın sınır ötesi terörizmle bağlantılarına karşı geçmişteki sarsılmaz duruşunu göz ardı ediyor. İkincisi, Pakistan’a kesinlikle hak etmediği bir müzakere çerçevesi sunuyor. Üçüncüsü, teröristlerin açık bir amacı olan Keşmir anlaşmazlığını “uluslararasılaştırıyor”. Dördüncüsü, küresel hayal gücünde Hindistan ve Pakistan’ı “yeniden aynı bağlamda veya eş değerde tutuyor”. Onlarca yıldır, dünya liderleri Hindistan ziyaretlerini Pakistan ziyaretleriyle birleştirmemeye teşvik ediliyordu ve 2000’de Başkan Clinton’dan başlayarak hiçbir ABD Başkanı bunu yapmadı. Bu büyük bir geri adım.

Yani ABD, Hindistan’ı ateşkese arabuluculuk ettiği yönündeki kamuoyu iddialarıyla utandırarak büyüyen Hindistan-ABD bağlarının atmosferini bulandırdı. Hindistan için daha kötüsü, Hindistan ve Pakistan’ı aynı kefeye koydu. Pakistan’ın yalnızca Hindistan ile ilgili olmayan, ABD’ye yönelik olan terörizm sorununu ele alması için hiçbir talepte bulunmadı. ABD, Pahalgam’daki korkunç saldırıya karşı Hindistan’daki ulusal tepkiyi yeterince dikkate almadı. BM tarafından bu kadar çok Pakistanlı örgüt ve bireyin uluslararası terörist ilan edilmesinden dem vuran Hindistan, Amerika’nın askeri boyuta odaklanarak ve kök nedenine odaklanmayarak bu kritik anda Pakistan’a terörizm konusunda neden göz yumulduğunu anlamaya çalışıyor olmalı. Keşmir fiilen uluslararasılaşmış durumda.

Uluslararası sonuçlar açısından görünen tablo şu: Hindistan, ABD’nin iknasıyla Sindoor Operasyonu’nu yalnızca üç dört günlük askeri operasyondan sonra iptal etmeyi kabul ederek, uluslararası ilgiyi iddia ettiği şekliyle Pakistan’ın krizi tetikleyen sınır ötesi terörizmine değil, Keşmir anlaşmazlığına çekti. Trump’ı ele alalım: Sınır ötesi terörün temel sorununa değinmeden, Pakistan’ın hoşnut olacağı şekilde, bir Keşmir “çözümü” için arabuluculuk yapmak istedi. Uluslararası medya kuruluşları da merkezi sorun olarak sınır ötesi terörizmi değil, Keşmir’i vurguladı. Dahası, kesin olmayan veya tamamlanmamış gibi gözüken Sindoor Operasyonu, Hindistan-Pakistan denkliğini yeniden canlandırdı.

Saldırı Pakistan’ın meraklı olduğu ve Hindistan’ın üzüntüsüne yol açan Keşmir sorununa uluslararası ilgi çekmiş olsa da Hindistan, Pakistan’ın artık Keşmir yerine İndus Su Antlaşması’na odaklanmak zorunda kalmasıyla Keşmir’i müzakere masasından ustalıkla kaldırmış olabilir. Anlaşmayı askıya alma gibi tekil bir eylemle Hindistan, Hindistan-Pakistan ilişkilerinde merkezi konu olarak Keşmir’i suyla değiştirmiş olabilir ve böylece ikili angajmanlarının şartlarını değiştirmiş olabilir. Ki Hindistan 1971 Bangladeş kurtuluş savaşından sonra imzalanan 1972 Shimla anlaşmasında benzer bir şey yaptı. Savaş sona erdikten sonra, (1965 savaşından sonrasının aksine) savaş öncesi toprak statüsünü kabul etmeyi reddetti ve böylece Keşmir’deki sınırın adını ateşkes hattından kontrol hattına değiştirdi. Bunu yaparken Hindistan, Keşmir’de üçüncü taraf arabuluculuğunu kabul etmeyi reddetti ve o zamandan beri Jammu ve Keşmir’deki BM gözlemcilerinin varlığını görmezden geldi, çünkü Hindistan argümanına göre BM gözlemcilerinin görevi, artık var olmayan Keşmir’deki ateşkes hattını izlemekti…

Ancak şu çok açıktı: Hindistan’ın yalnız kaldığı gerçeği; savaşta/çatışmada, diplomaside, anlatılar oluşturmada. Hiçbir büyük güç Hindistan’ın yanında açıkça durmadı. Ne Rusya. Ne Amerika. Quad üyesi yoktu, örneğin.

Dizinin üçüncü bölümünde kimin kazandığını tartışacağız.

Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1

Okumaya Devam Et

Görüş

Kritik ve stratejik madenler: Türkiye’nin enerji ve güvenlik stratejilerinde yeni eşik

Yayınlanma

Doç. Dr. Anıl Çağlar ERKAN

Küresel Jeopolitik Dönüşüm ve Maden Kaynaklarının Stratejik Önemi

21.yüzyılın başlarından itibaren küresel ölçekte yaşanan hızlı jeopolitik dönüşümler, uluslararası güç dengelerini köklü bir biçimde yeniden şekillendirmektedir. Bu süreçte, enerji dönüşümüne yönelik artan talepler ve teknolojik devrimlerin tetiklediği yeni sanayi paradigmaları, doğal kaynaklar üzerindeki rekabeti daha önce görülmemiş bir düzeyde derinleştirmektedir. Bu paradigma değişimi, mineral kaynakların sadece ticari birer meta olarak değil, aynı zamanda ulusal güvenlik, teknolojik bağımsızlık ve jeopolitik etki alanlarının belirlenmesinde kritik araçlar olarak algılanmasına yol açmıştır. Maden arz güvenliği artık yalnızca ekonomik bir mesele olmaktan çıkmış; ulusal güvenlik, jeopolitik bağımsızlık ve stratejik özerklik meselesinin merkezine yerleşmiştir. Bu bağlamda, ülkelerin kendi kaynaklarını sistematik bir biçimde değerlendirmeleri, tedarik zinciri güvenliklerini sağlamaları ve uzun vadeli stratejik planlamalar yapmaları hayati bir zorunluluk haline gelmiştir.

Türkiye’nin Kritik ve Stratejik Madenler Yaklaşımı: Metodolojik Çerçeve ve Tanımsal Altyapı

Türkiye, bu küresel dinamikler ışığında ve kendi jeostratejik konumunun gerektirdiği sorumluluklar çerçevesinde hazırladığı Kritik ve Stratejik Madenler Raporu ile maden kaynaklarına yönelik kapsamlı bir değerlendirme gerçekleştirmiştir. Bu rapor, sadece mevcut kaynakların envanterini çıkarmanın ötesinde, kritik madenlerin belirlenmesine yönelik bilimsel bir metodoloji geliştirmiş ve bu alanda uzun süredir eksikliği hissedilen kurumsal farkındalığın inşasında önemli bir adım atmıştır.

Raporda öncelikle, kritik madenler ve stratejik madenler tanımları yapılarak tanımsal bir çerçeve oluşturulmuştur. Kritik madenler, yüksek arz riski taşıyan, küresel tedarik zincirlerinde yaşanabilecek ani kırılmalar veya kesintiler halinde ekonomik ve teknolojik faaliyetlerde ciddi aksaklıklara, üretim duraksaktılarına ve hatta sistemik krizlere yol açabilecek potansiyele sahip mineralleri ifade etmektedir. Bu tanım, sadece madenlerin jeolojik nadir bulunurluk durumunu değil, aynı zamanda coğrafi konsantrasyonlarını, üretim monopollerini, politik istikrarsızlıkları ve lojistik kırılganlıkları da kapsayan çok boyutlu bir risk değerlendirmesini içermektedir.

Stratejik madenler ise, kritik madenlerin tüm özelliklerine ek olarak, savunma sanayi ve ileri teknolojik üretim süreçlerinde vazgeçilmez olan, ikame edilebilirlik oranı son derece düşük veya hiç olmayan ve eksikliği durumunda doğrudan ulusal güvenlik zaafı oluşturabilecek, ülkenin savunma kapasitesini ve teknolojik bağımsızlığını tehdit edebilecek madenlerdir. Bu kategorideki madenler, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda askeri, siyasi ve jeopolitik boyutlarda kritik öneme sahiptir.

Küresel Bağlamda Kritik ve Stratejik Madenlerin Artan Önemi

Modern ekonomilerin ve teknolojik gelişmelerin temel yapıtaşları arasında yer alan kritik ve stratejik madenler, günümüzde ulusal güvenlik politikalarının, ekonomik kalkınma stratejilerinin ve enerji dönüşümü hedeflerinin tam merkezinde konumlanmaktadır. Özellikle dijital dönüşümün hızlanması, yenilenebilir enerji teknolojilerinin yaygınlaşması, elektrikli araç pazarının büyümesi ve savunma sanayiindeki teknolojik gelişmeler, bu madenlere olan talebi eksponansiyel bir biçimde artırmaktadır.

Türkiye’nin 2025 yılı itibariyle yayımladığı Kritik ve Stratejik Madenler Raporu, bu alanda uzun süredir eksikliği hissedilen bir kurumsal farkındalık ve politika çerçevesinin inşasında tarihi bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Bu rapor, yalnızca mevcut durumun tespitini yapmakla kalmamış, aynı zamanda Türkiye’nin gelecekteki enerji güvenliği vizyonu ve sanayi bağımsızlığı hedefleri için stratejik bir yol haritası sunmuştur. Raporun işaret ettiği gerçekler ve önerdiği stratejik yönelimler, basit bir kaynak envanteri çalışmasının çok ötesinde, Türkiye’nin jeopolitik konumunu güçlendirebilecek, ekonomik bağımsızlığını artırabilecek çok boyutlu ve kapsamlı bir stratejik açılıma işaret etmektedir.

Öncelikli Kritik Madenler: Detaylı Analiz ve Stratejik Değerlendirmeler

Rapor, küresel kaynak bağımlılığının ve arz zinciri kırılganlıklarının giderek derinleştiği, uluslararası ticaret savaşlarının ve jeopolitik gerilimlerin arttığı bir dönemde, Türkiye’nin özellikle lityum, gümüş, titanyum, demir, manganez, çinko, bakır ve alüminyum gibi sekiz yüksek öneme sahip kritik madene stratejik odaklanmasının altını çizmektedir. Bu liste, sadece Türkiye’nin mevcut sanayi üretiminde değil, aynı zamanda gelecekteki teknolojik dönüşümlerinde, savunma sanayiinden yenilenebilir enerji teknolojilerine, batarya üretiminden elektronik sanayisine, havacılık sektöründen uzay teknolojilerine kadar son derece geniş bir yelpazede stratejik bağımlılıkları doğrudan etkileyen sistematik bir önceliklendirme olarak değerlendirilebilir.

Lityum, enerji dönüşümünün kalbinde yer alan batarya teknolojileri için vazgeçilmez bir girdi olarak, elektrikli araç devrimi, enerji depolama sistemleri ve taşınabilir elektronik cihazlar pazarının temel hammaddesidir. Küresel lityum talebinin 2030 yılına kadar 10 kat artması beklenmekte olup, bu madene erişim enerji dönüşümünün başarısını doğrudan etkilemektedir.

Bakır ve alüminyum, enerji iletim altyapısının omurgasını oluşturan temel metaller olarak, elektrik şebekelerinin modernizasyonu, yenilenebilir enerji santrallerinin entegrasyonu ve akıllı şehir teknolojilerinin gelişimi için kritik öneme sahiptir. Bu metallerdeki herhangi bir tedarik krizi, ülkenin tüm enerji altyapısını tehdit edebilecek potansiyele sahiptir.

Titanyum, havacılık ve savunma sanayiinde kullanılan yüksek performanslı alaşımların temel bileşeni olarak hem sivil hem askeri uçak üretiminde, uzay teknolojilerinde ve gelişmiş savunma sistemlerinde vazgeçilmez bir role sahiptir.

Ulusal Güvenlik Boyutu: Savunma Sanayi ve Stratejik Bağımsızlık

Raporda vurgulanan en kritik hususlardan biri, kritik ve stratejik madenlerin yalnızca ticari birer meta değil, aynı zamanda ulusal güvenlik meselelerinin merkezinde yer alan stratejik varlıklar olduğu gerçeğidir. Savunma sanayi için elzem olan 26 stratejik madenden 10’unun hem kritik hem stratejik kategoride yer alması, bu bağı açıkça göstermekte ve maden kaynaklarının askeri-endüstriyel kompleksle olan derin ilişkisini ortaya koymaktadır. Örneğin, kobalt, modern batarya teknolojilerinin yanı sıra, süper alaşımların üretiminde ve jet motorlarının kritik bileşenlerinde kullanılan stratejik bir madendir. Nikel, paslanmaz çelik üretiminin temel bileşeni olmasının yanı sıra, savunma sanayiinde kullanılan özel alaşımların üretiminde kritik rol oynamaktadır. Titanyum ise, yüksek mukavemet-ağırlık oranı sayesinde askeri uçakların gövde ve motor parçalarında, denizaltı teknolojilerinde ve gelişmiş zırh sistemlerinde vazgeçilmez bir materyal olarak kullanılmaktadır. Bu bağlamda, stok planlaması, tedarik zinciri güvenliği ve arz krizlerine hazırlıklı olma gibi unsurların, yalnızca teknik veya ekonomik değil, aynı zamanda siyasi, diplomatik ve askeri boyutlarda stratejik bir önem taşıdığı unutulmamalıdır. Kritik madenlerdeki dışa bağımlılık, bir ülkenin savunma kapasitesini doğrudan etkileyebilecek, uluslararası krizler dönemlerinde savunma sanayiinin işleyişini tehdit edebilecek ve dolayısıyla ulusal güvenliği zayıflatabilecek potansiyele sahiptir.

Teknolojik Yetkinlik ve Ar-Ge Kapasitesi: Uzun Vadeli Bağımsızlık İçin Temel Gereklilikler

Kritik ve stratejik madenlere dair politika geliştirme sürecinde, teknolojik yetkinliklerin ve Ar-Ge kapasitesinin güçlendirilmesi, Türkiye’nin uzun vadeli ekonomik ve teknolojik bağımsızlığı için temel bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Raporda da belirtildiği gibi, kritik madenlerin birçoğunun üretim süreçleri son derece karmaşık, teknoloji-yoğun ve yüksek katma değerli süreçlerdir. Bu süreçler, sadece madencilik bilgisi değil, aynı zamanda ileri malzeme bilimi, nano teknoloji, kimya mühendisliği ve çevre teknolojileri gibi multidisipliner bir expertise gerektirmektedir. Bu noktada Türkiye’nin strateji geliştirme sürecinde, yalnızca ham maden çıkarma faaliyetlerine odaklanmak yerine, çıkarılan mineralleri işleyip katma değerli ürünlere dönüştürme kapasitesi geliştirmeye, yüksek teknolojili üretim ekosistemleri kurmaya ve bu alanda uluslararası rekabet edebilir Ar-Ge merkezleri oluşturmaya odaklanması hayati önemdedir. Bu yaklaşım, hem ekonomik katma değer yaratacak hem de teknolojik bağımsızlığı güçlendirecektir.

Jeopolitik İmplikasyonlar ve Uluslararası İşbirlikleri

Kritik ve stratejik madenler konusu, yalnızca ulusal bir mesele değil, aynı zamanda uluslararası ilişkileri, ticaret politikalarını ve jeopolitik dengeleri doğrudan etkileyen küresel bir konudur. Türkiye’nin bu alandaki stratejisini geliştirirken, hem bölgesel hem de küresel ortaklıkları dikkate alması, enerji diplomasisini güçlendirmesi ve kritik mineral tedarik zincirlerinde güvenilir bir ortak olarak konumlanması önemlidir. Bu bağlamda, Afrika ülkeleriyle kurulacak stratejik ortaklıklar, Latin Amerika ülkeleriyle geliştirilecek ticari ilişkiler ve Orta Asya cumhuriyetleriyle derinleştirilecek işbirlikleri, Türkiye’nin kritik mineral tedarikinde çeşitlendirme sağlayabilecek önemli fırsatlar sunmaktadır. Aynı zamanda, AB’nin Kritik Hammaddeler Yasası, Amerika’nın Enflasyon Azaltma Yasası gibi uluslararası düzenlemelerle uyumlu politikalar geliştirmek, Türkiye’nin küresel tedarik zincirlerindeki rolünü güçlendirebilecektir.

Sonuç ve Stratejik Öneriler: Kapsamlı Eylem Planına Doğru

Türkiye’nin kritik ve stratejik madenlere dair gerçekleştirdiği bu kapsamlı ve derinlikli çalışma, hem bilimsel açıdan değerli bir başlangıç noktası hem de politika yapıcılar için önemli bir rehber niteliği taşımaktadır. Ancak, bu raporun gerçek değerini ortaya çıkarabilmesi ve ulusal çıkarlar doğrultusunda somut faydalar sağlayabilmesi için, akademik değerlendirmeden eylem planına, stratejik analizden operasyonel uygulamaya geçiş yapacak kapsamlı bir dönüşüm sürecine ihtiyaç vardır. Bu dönüşüm süreci, enerji dönüşümü hedefleri ve sanayileşme politikalarıyla tam uyumlu, somut hedefler içeren, ölçülebilir kriterlere sahip, düzenli olarak gözden geçirilen ve sürekli güncellenen dinamik bir politika çerçevesinin oluşturulmasını gerektirmektedir. Bu çerçeve, sadece mevcut durumun iyileştirilmesini değil, aynı zamanda Türkiye’nin gelecekteki küresel konumunun güçlendirilmesini de hedeflemelidir.

Kritik madenlerdeki dışa bağımlılığın sistematik olarak azaltılması, yalnızca bir ekonomik performans hedefi değil; aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası arenada jeopolitik ağırlığını artıracak, stratejik özerkliğini güçlendirecek ve teknolojik bağımsızlığını sağlayacak kapsamlı bir ulusal güvenlik projesi olarak ele alınmalı ve bu doğrultuda gerekli tüm kurumsal, finansal ve teknolojik kaynaklar mobilize edilmelidir. Bu stratejik yaklaşım, Türkiye’nin 21. yüzyılın teknolojik ve ekonomik dönüşümlerinde aktif bir rol oynamasını, küresel değer zincirlerinde daha güçlü bir konuma yükselmesini ve enerji dönüşümü sürecinde öncü ülkeler arasında yer almasını sağlayacak temel bir yatırım olarak değerlendirilmelidir.

Okumaya Devam Et

Görüş

Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1

Avatar photo

Yayınlanma

Kontrol Hattı’nda dört gün süren hassas füze saldırıları, İHA saldırıları ve topçu çatışmalarının ardından Hindistan ve Pakistan, 10 Mayıs akşamından itibaren kara, hava ve denizdeki tüm askeri eylemleri durdurma konusunda anlaştı. Silahların sustuğu şu günlerde, 22 Nisan’dan bu yana Hindistan ve Pakistan hattında yaşanan gelişmeleri değerlendirme ve anlamlandırma zamanı geldi.

Hindistan Başbakanı Modi, yaptığı zafer dolu televizyon konuşmasında, Hindistan’ın askeri başarısını vurguladı. Hindistan’ın operasyonları “yalnızca askıya aldığını” ve “nükleer şantaj örtüsü altında gelişen terörist sığınaklarına kesin ve kararlı bir şekilde saldıracağını” söyledi. Ayrıca, büyük küresel terör saldırılarının Pakistan’daki “küresel terörizm üniversiteleri” olarak adlandırdığı yerlerden kaynaklandığını ileri sürdü. Hint yetkililer, füzelerle Pakistan’ın derinliklerindeki hava üslerini ve iddia edilen “terörist altyapısını” vurarak, Pakistan’ın sınır ötesi terörizme karışmasına karşı caydırıcı bir etki oluşturduklarını söylediler.

Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif de çatışmada daha büyük rakibine karşı “tarihi bir zafer” kazandığını iddia ediyor. Pakistan’ın anlatısına göre, Pakistan’ın karşı saldırıları saldırgan Hindistan’ı caydırdı. Pakistan terörizmi desteklediğini reddediyor ve olaydan sorumlu olmadığını söylüyor, olayla ilgili “tarafsız bir soruşturma” çağrısında bulunuyor, ancak Hindistan reddediyor. Ayrıca, Hindistan’ı kendi huzursuz batı bölgesi Belucistan’da ayrılıkçıları desteklemekle suçluyor.

İlk kez, her iki taraf da birbirlerinin şehirlerine insansız hava araçları gönderdi. Son çatışmalar, Hindistan’ın önceliği olan terörizm sorununu ön plana çıkarmada başarısız oldu ve bunun yerine uluslararası ilgi nükleer tehdide odaklandı.

Hindistan ve Pakistan, nükleer silahlara sahip komşularını savaşın eşiğine getiren kısa ve sert çatışmada zafer kazandıklarını iddia ediyorlar; ancak, ateşkesle sonuçlanan Amerikan müdahalesinin Pakistan’a diplomatik üstünlük sağladığı düşünülüyor.

Silahların susmasının ardından kutlamalara ilk başlayan Pakistan oldu. Hindistan’da da “Tiranga Yatra” (Hindistan bayrağına atfen- Üç Renkli Tören) kutlamaları düzenlendi.

Çatışma durumunda kayıplar olur; çatışmanın sisi altında bilgi manipüle edilir: Hindistan teröristleri vurduğunu söylüyor. Pakistan siviller diyor. Pakistan, Hint uçaklarını düşürdüğünü söylüyor. Hindistan reddediyor. Ve her şeyi yakında öğrenebileceğimiz de söylenemez. Bazılarının yanıtını yıllarca, hatta hiç öğrenemeyebiliriz. Örneğin Hindistan’ın 2019’daki çatışmalarda bir Pakistan F-16’sını düşürüp düşürmediği hala benim için net değil. Dezenformasyon ve inkar elbette yeni bir şey değil ve elbette dezenformasyon yaygın bir tehdit, ancak Hindistan-Pakistan ilişkilerinin mevcut durumunda aynı zamanda bir fırsat da olabiliyor: Gerilimi azaltma şansı. Olayların farklı versiyonları sayesinde her iki taraf da kazandığını iddia edebiliyor, örneğin. Her iki taraf da halkının duymak istediği şeyi söyleyebiliyor, her iki taraf da intikam aldığını iddia ederek tırmanıştan geri adım atabilecek fırsatı da kendiliğinden yaratmış oluyorlar; gerilimi azaltmak adına mantıklı, hatta bazı başarılarını uydursa veya abartsalar dahi…

Bu nedenle kim nereyi vurmuş kim kaç uçak düşürmüş vs. gibi rakamsal, anlatısal, spekülatif veya kanıta ve teyide muhtaç veya bir tarafın iddia ettiği diğer tarafın yalanladığı vs. gibi ayrıntılarla boğulmaya da boğmaya da hiç niyetim yok. Burada Pahalgam çıkarımlarımı, çatışma sonrası genel çıkarımlarımı, iki tarafın da kendi gördüğüm genel somut kazanımlarını/kayıplarını, olaydan çıkarımlarımı aktarıp geçeceğim. Bir de Amerika ve Çin parantezleri açacağım. Her defasında artık yazılarımı kısa tutacağım diye düşünüyor ve karar da veriyorum ancak her bu kararı verdiğimde yazılar çok daha uzun oluyor. Bu sefer de öyle oldu. Uzun bir yazı dizisine başlıyoruz…

Pahalgam’daki saldırı nasıl gerçekleşti?

Kurtulanların anlattıklarından, silahlı kişilerin saldırdığı 22 Nisan öğleden sonrası, çitle çevrili ve cezalı bir alan olan Baisaran Vadisi’nde yüzlerce turistin olduğunu ve civarda hiçbir güvenlik varlığının bulunmadığını öğrendik. Sayıları dörde çıkan teröristler, kurbanlarını seçmek için zaman ayırdılar. Ateş etmeden önce ‘Hindu mu Müslüman mı?’ diye sordular. Bazılarından Kalma’yı okumaları istendi. Vurulan adamların eşlerine geri dönüp hükümete kendilerine ne yapıldığını söylemeleri söylendi. Bu bir vur-kaç saldırısı değildi.

Ölen 26 kişiden biri, turistleri korumak için hayatını feda eden 29-30 yaşlarındaki bir “pony wallah” (midilli operatörü/rehber) olan Syed Adil Hussain Shah’dı. Adil, teröristlerin hedef aldığı bir Hindu turist değil, Keşmirli bir Müslümandı. Kolayca sessiz kalıp zarar görmeden kalabilirdi. Bunun yerine, bir teröristin silahını kapmaya çalıştı ve öldürüldü.

Jammu ve Keşmir Birlik toprağını doğrudan yöneten Hindistan hükümeti yeterli güvenlik önlemlerini almış olsaydı, Baisaran’daki turistler güvende olurdu. Ve Sindoor Operasyonu’na gerek kalmazdı.

Öldürülen turistlerin aileleri, Hindu-Müslüman nefret söylemine kapılmak istemedi ve hayatlarını mahveden teröristlerle, yanlarında duran sıradan Keşmirli Müslümanlar arasında ayrım yaptı. Kocasının cesedinin yanında çaresizce oturan fotoğrafı onu Pahalgam trajedisinin yüzü yapan Himanshi Narwal, bunu en iyi şekilde şu sözlerle dile getirdi: “Elbette adalet istiyoruz. Elbette katiller cezalandırılmalı. Ancak Keşmirlilere ve Müslümanlara karşı nefret istemiyoruz. Barış istiyoruz ve yalnızca barış.”

Sindoor Operasyonu sırasında, Dışişleri Sekreteri Misri günlük brifinglerde güven verici bir figürdü. Ölçülü ve telaşsız bir şekilde, Hintlerin teröristlerin onları bölme girişimini nasıl engellediğinden bahsetti. Brifinglere hitap etmek üzere biri Müslüman biri Hindu iki kadın askerin seçilmesi, birleşik bir yüz sunma yönündeki resmi bir çabayı yansıtıyordu.

Pahalgam (2025), 21. yüzyılın kasvetli trajedilerinin takvimine katıldı: Chettisinghpura (2000), Parlamento saldırısı (2001), Kaluchak (2002), Mumbai (2008), Uri (2016) ve Pulwama (2019), her biri kışkırtmak ve istikrarsızlaştırmak için tasarlanmış şok edici bir şiddet eylemiydi.

Peki ne değişti? Hindistan

Hindistan’ın yaptığı, Pahalgam terör saldırısına yanıt olarak 1971’den bu yana Pakistan’daki en büyük hava saldırısını gerçekleştirmekti. Hindistan dokuz yeri vurduğunu söylüyor (Pakistan altı yerin vurulduğunu kabul ediyor). Bunlar arasında Bahawalpur (Hindistan-Pakistan sınırına yaklaşık 150 km uzaklıkta) ve Lahor’a yaklaşık 40 km uzaklıktaki Muridke yer alıyor; ikisi de Pakistan’ın kalbi olan Punjab’da. Bahawalpur, Jaish-e-Mohammed’in karargahına ev sahipliği yapıyor ve Murdike, Leşker-i Tayyibe’nin üssü olarak biliniyor. Hindistan bu yerlere birden fazla saldırı düzenledi. Saldırıların, saldırı sonrası hava muharebesi sırasında düşman topraklarında bir jetinin düşürüldüğü 2019 Balakot saldırısının aksine, Hindistan hava sahasından başlatıldı. Bu sefer Hindistan daha geniş, daha sofistike ve sonuç odaklı saldırılar başlattı.

Geçmişte Hindistan, terör saldırıları nedeniyle Pakistan’ı diplomatik ve ekonomik yollarla cezalandırmaya çalıştı. Ancak 2016’dan itibaren oyunun kurallarını yeniden yazdı: Ekonomik ve diplomatik cezalar için adımlar devam edecek, ancak doğrudan askeri yanıt eklenecek. Nükleer silahlar sınırlı sınır ötesi saldırıları caydırmayacak. Bu riskli bir yol, ancak Hindistan son yıllarda daha büyük bir risk iştahı gösterdi. Bu yaklaşımı Sindoor Operasyonu’nda güçlendirmeye çalıştı.

Peki ne değişti? Dünya. Ve daha da önemlisi, Pakistan.

Bölgedeki stratejik dengeyi birkaç faktör değiştirdi. Jammu ve Keşmir, Hindistan’a daha fazla entegre oldu ve siyasi süreçler onu normale doğru itti. Seçimler yapıldı. Turizm gelişti. Normalleşme anlatısı oluştu. Merkez baskısı arttı. Halk daha da yabancılaştı. Ve Hindistan’ı çevreleyen jeopolitik ortam daha tehlikeli hale geldi.

Kuzeyde, Çin’in 2020’de Ladakh’a yaptığı müdahale önemli bir tırmanışa işaret etti, ancak son zamanlardaki geri çekilme bir rahatlama belirtisi sunuyor. Başka yerlerde, Gazze’den Ukrayna’ya kadar komşular arasındaki küresel çatışmalar tehdit algılarını değiştirdi ve uluslararası ilgiyi tüketti. ABD, geleneksel güvenlik varsayımlarını akışkan halde bıraktı.

En önemlisi, Pakistan’daki değişimler Hindistan’a olan düşmanlığını artırdı. İstihbarat başkanı olarak Pulwama saldırısının gerçekleştiği General Asim Munir, 2022’de ordu komutanı olarak görevi devraldı ve işlevsiz bir ulusa başkanlık etti. Çökmekte olan bir ekonomi, hapse atılmış bir halk lideri ve askeri kuruma karşı kamuoyunun nefreti, istikrarsız bir karışım üretti.

22 Eylül 1965’te, o zamanlar Ayub Khan hükümetinin bir parçası olan Zülfikar Ali Butto, BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı bir konuşmada, Pakistan’ın Hindistan’a karşı “1.000 yıl boyunca savaşacağını” ilan etti. Yıllar sonra, (daha sonra idam edilen) Başbakan Butto’yu devirerek 1977’de bir darbeyle iktidarı ele geçiren General Ziyaülhak, Butto’nun “1.000 yıllık savaşını”, Hindistan’ı kanatmaya devam etmek için militanlık ve sızma ile düşük yoğunluklu ve alt konvansiyonel savaş kullanarak “Bin Kesikle Hindistan’ı Kana Bulama” doktrinine dönüştürdü. Pakistan, Bangladeş’in kurulduğu 1971 savaşında ciddi bir yenilgi aldı. Konvansiyonel savaşta başarısız olan Pakistan ordusu, bu dolaylı yaklaşıma yöneldi. Doktrin, Sovyetlerin Afganistan’dan çekilmesinden sonra ivme kazandı. Pakistan, ABD ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle, Afganistan’da ülkenin komünist rejimine ve Sovyet destekçilerine karşı ‘Bin Kesik’ taktiğini başarıyla uyguladı. Pakistan ve ABD destekli mücahitlerin bin kesiğiyle kan kaybeden güçlü Sovyet birlikleri, 1989’da Afganistan’dan çekildi.

Aynı yıl, Keşmir vadisinde militanlığın artışının başlangıcına işaret etti. 2000’lerin başında ülkenin diğer bölgelerine yayıldı. Hindistan Parlamentosu Aralık 2001’de saldırıya uğradı ve 2008’de ülkenin ticari merkezi olan Mumbai büyük bir terörist saldırıya uğradı. O zamana kadar, Pakistan’ın güvenlik teşkilatıyla yakın bağlantıları olan iki Hindistan karşıtı grup JeM ve LeT, Pakistan’da yaygın ağlar kurmuştu. Çoğunluğu sivil turistlerden oluşan 26 kişinin teröristler tarafından vahşice vurulduğu 22 Nisan 2025’teki Pahalgam katliamı, Hindistan’a göre yine bu ‘Bin Kesik’ doktrininin Rawalpindi’nin stratejik düşüncesinde canlı kalmaya devam ettiğinin en son işareti olarak algılandı. Saldırı, Pakistan’ın askeri şefi General Asim Munir’in “Keşmir bizim şah damarımızdır” demesinden birkaç gün sonra gerçekleşti. Bu, saldırıyı Pakistan’a bağlayan ama kanıt sunamayan Hindistan’ın tartışmalı bir dayanak noktası oldu. Hindistan’ın Leşker-i Tayyibe’nin bir cephesi olduğuna inandığı Direniş Cephesi (TRF), başlangıçta saldırının sorumluluğunu üstlendi ancak daha sonra herhangi bir rolü olduğunu reddetti.

Pakistan, Hindistan ile ilişkileri bir savaş olarak gören bir ordu tarafından yönetiliyor. Pakistan ordusunun hedefleri hâlâ aynı: Düşmandan (Hindistan) bir parça toprak (Jammu ve Keşmir) almaya çalışmak – ya da en azından düşmanı melez savaş yoluyla zayıflatmak. Belki siviller yönetimde olsaydı, ülke ekonomik kalkınmaya daha fazla odaklanırdı.

Bu arada Pakistan ile Rusya’nın davranışları arasında ilginç bir benzerlik var: İrredantizm. Hindistan, Jammu ve Keşmir’in tamamen kendisine ait olduğunu söylerken Pakistan, onu özgürleştirmek istiyormuş gibi Jammu ve Keşmir’in bağımsızlığı için savaştığını iddia ediyor. Pakistan, Jammu ve Keşmir’in Pakistan kontrolündeki kısmına “Azad” yani bağımsız adını veriyor. Pakistan, Keşmir’in bu bölgesinin kendi başbakanı ve cumhurbaşkanı olan bağımsız bir devlet olduğu kurgusunu sürdürüyor. Elbette Azad Jammu ve Keşmir gibi bir devleti kimse tanımıyor. Pakistan’ın kendisi dahi tanımıyor. Tamamen Pakistan kontrolündeki bir bölge. Bu Azad Keşmir, Donetsk ve Luhansk’ın Rusya’dan bağımsızlığı kadar bağımsız. Pakistan bu nedenle Keşmir’in kurtarılmasını misyonu (ve aynı zamanda Hindistan’ı zayıflatmanın bir aracı) haline getirdi. Gerçek şu ki artık bir tarafın diğerine ait Keşmir topraklarını ele geçirmesi neredeyse imkansız görünüyor: Her iki taraf da nükleer silahlara sahipken bu mümkün değil…

2016’ya kadar Hindistan’ın Pakistan’a bağladığı terör saldırılarıyla başa çıkma stratejisi büyük ölçüde üç önleme dayanıyordu: Pakistan’ı uluslararası alanda izole etmeye yönelik diplomatik çabalar, terör finansmanıyla ilgili ekonomik cezalar ve Pakistan’a terör ağlarına karşı baskı yapması yönünde baskı. Ve 2025: Gerilimler azalsa dahi, Hindistan-Pakistan ilişkileri kökten değişti. Hindistan, terör saldırılarına askeri olarak yanıt verdiği “yeni bir normal” oluşturdu. Bu, her iki ulusun stratejik dayanıklılığını test edecek uzun bir oyun. Hindistan’ın stratejisi uzun vadeli: Pakistan’ın konvansiyonel tepkisinin Hindistan’ın başlangıçta tahmin ettiğinden daha güçlü olmasına karşın Hindistan, Pakistan’ın uzun süreli bir Hint konvansiyonel saldırısını sürdürme kapasitesinin sınırlı olduğuna inanıyor. Bu arada Kontrol Hattı ateşkesi, muhtemelen yıpranacak olmasına karşın resmi olarak iptal edilmedi. Ve hacılar için Kartarpur koridoru kapatılmadı. Bu, kalibre edilmiş bir stratejiye işaret ediyor; iddialı ama pervasız değil.

Yazı dizisinin ikinci bölümünde bu krizden çıkan sonuçları işleyeceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English
OSZAR »