Bizi Takip Edin

Görüş

Hindistan’ın Trump stratejisi işe yarıyor mu?

Avatar photo

Yayınlanma

Donald Trump dünyanın en öngörülemeyen lideri ancak Hindistan Trump ile nasıl başa çıkacağını bildiğine inanıyor. Hindistan’ın Amerika ile yakın ilişkilerinin zirvesi yine Trump döneminde yaşandı. İlk Trump yönetiminde Amerika Hindistan’ın en büyük ticaret ortağı oldu. Birkaç milyar dolarlık savunma anlaşması imzalandı. Ve iki ülke Çin gibi “zorluklar” üzerinde yakın işbirliği içinde çalıştı.

Her şey tamamen yolunda gitmedi elbet, özellikle ticaret gibi konularda. Ancak pek çok kişi Hindistan’ın Trump ile baş etme konusunda diğerlerinden daha iyi iş çıkardığına inanıyor.

Peki neden?

Hindistan’ın Trump ile iyi çalışmasının 3 nedeni var: Ekonomi ve Modi faktörleri ile Hindistan’ın verdiği küçük tavizler veya Amerika’nın edindiği küçük kazanımlar…

Açıkçası Trump iyi bir pazarlıkçı veya iyi bir iş bitirici: Beyaz Saray’a dünya politikası için bir “grand teori” getirmiyor ancak büyük ölçüde ülkelere bakıyor ve Amerika için ne yapabileceklerini soruyor. Burada Delhi’nin sunduğu şey büyüyen ekonomisi. Hindistan’ın son zamanlardaki büyüme öyküsü ve özellikle orta sınıfın yükselişi Trump’ın ilgisini çekiyor.

Trump 2017’de şöyle demişti: “Hindistan ekonomisini açtığından bu yana şaşırtıcı bir büyüme ve genişleyen orta sınıfı için yeni bir fırsatlar dünyası elde etti.” Bu, Hint şirketlerin Amerikan firmalarından satın alabileceği ve Amerika’ya yatırım yapabileceği anlamına geliyordu. Bunu Trump’ın Modi ile 2017’deki ilk görüşmesinde gördük. Spicejet, Boeing ile 100’den fazla uçak için 10 milyar dolarlık bir anlaşma imzalamıştı. Ve Amerika, Hindistan ordusuna 2 milyar dolarlık Predator drone satmıştı. Ve de Trump bu anlaşmalardan dolayı Yeni Delhi’yi açıkça takdir etmişti.

Ki o zamandan bu yana her Modi Trump toplantısında daha fazla satış ve daha fazla iş konuşuldu. Yeni Delhi, diğer bazı ülkeler gibi, Hindistan’ın Amerika’daki yatırımları ve savunma alımları üzerinde durdu ve bu, Trump’ı oldukça mutlu etti. Bu, işin ekonomik boyutuydu…

Bir de Modi faktörü var… Doğrusu Donald Trump ve Narendra Modi çok ama çok farklı iki adam ancak Trump Modi’ye saygı duyuyor gibi görünüyor. Trump, Modi’yi Hindistan’ın Elvis’i ve Amerika’nın “en büyük dostu” olarak nitelendiriyor. Modi, 2017’de Trump’ın Beyaz Saray’da akşam yemeğinde ağırladığı ilk liderdi. Trump ayrıca Modi’yi “muazzam başarılarından” ötürü övmüştü, övüyor. Ki Trump’ın genellikle diğer dünya liderleri hakkında böyle konuştuğunu pek duyamazsınız. Trump’ı eleştirenler, onun Modi’nin “popülist güçlü adam” imajına hayran olduğunu öne sürüyor ki Trump da 2024’teki bir podcast röportajında buna işaret etmiş ve Modi’yi “tam bir baş belası” olabilecek iyi bir adam olarak nitelemişti. Trump özellikle Modi’nin Pakistan’a yönelik sert tutumuna gönderme yapmıştı.

Modi ayrıca Trump ile olan ilişkisinde de işini biliyor gibi gözüküyor. Teksas’taki 2019 Howdy Modi mitingi ve Hindistan’daki 2020 Namaste Trump etkinliği büyük kalabalıkların ilgisini çekmiş ve doğrusu Trump etkilenmişti; Modi’yi “Amerika’nın en büyük ve en sadık dostlarından” biri olarak övgülere boğmuştu VE yeniden seçilmesi halinde Hindistan’ın ondan daha iyi bir dostu olmayacağının sözünü de vermişti. Trump, Modi ile bağları Hint-Amerikalılar arasında destek kazanmanın bir yolu olarak görebilir…

Ve diğer faktör: Hindistan’ın “minik” tavizleri veya Amerika’nın “minik” kazanımları…

Delhi ayrıca Trump’a, onun için önemli olan temel konularda taviz vermeyi seçiyor.

Örneğin yasadışı göç.

Doğrusu Hindistan’da Amerika’dan sınır dışı edilen yasadışı Hint göçmenlere yönelik muameleye ilişkin bir miktar öfke olmasına karşın Hint hükümeti bu konuda pek bir şey söylemedi. Yalnızca yasadışı göçü kınadı ve sınır dışı edilenleri çok fazla sorun çıkarmadan geri alacağını söyledi.

Ayrıca Trump’ın yüksek Hint tarifeleri hakkındaki önceki açıklamaları göz önüne alınırsa, motosiklet ve gıda maddeleri gibi Amerikan ürünlerine uygulanan gümrük vergileri de düşürüldü.

Açıkçası Yeni Delhi bu kazanımların Trump’ı mutlu edeceğine inanıyor. Ki göreceli de olsa, bütün bunlar Hindistan’a da bir miktar fayda sağlıyor. Trump, Hindistan’ın üst düzey savunma teknolojisine erişimini sürekli olarak artırıyor. Ayrıca Amerika’daki Khalistanlı ayrılıkçı gruplar ile mücadele gibi Hindistan’ın önceliklerine de açık görünüyor. Ve ayrıca terörist Tahawwur Rana’nın Hindistan’a iadesini de kabul etti.

Yeniden anımsamak gerekirse, Trump’ın ilk döneminde Amerika, Hindistan’ın en büyük ticaret ortağı oldu ve QUAD yeniden canlandırıldı ve Çin’e karşı daha güçlü bir tutum takındı. Ayrıca Hindistan’ın iç politikasına çok az müdahale vardı. Ki sonuncusu Hindistan için can alıcı hassas bir önem taşır…

Yeni Delhi için tüm bunlar “Hindistan’ın Trump’a yönelik oyun planının” işe yaradığı anlamına geliyor.

Hindistan için Tahawwur Rana’nın iadesi, şubat ayında gerçekleşen Trump-Modi görüşmesinin gerçek bir kazanımı. Yeni Trump yönetimi, 26/11 saldırılarının (2008 Mumbai saldırıları) planlayıcısı Tahawwur Rana’nın iadesini onaylamayı kabul etti. Hindistan yıllardır Amerika’dan onun iadesini talep ediyordu. Şubattaki görüşmenin ortak bildirisinde, Trump yönetiminin Hindistan’ın toprak bütünlüğünü tehdit eden gruplara karşı “kararlı eylem” gerçekleştirmesi taahhüt ediliyor. Ve Hindistan bunu, Khalistan konusunda da bir kazanım olarak değerlendiriyor.

Bu görüşmede Trump ayrıca savunma ürünlerinin ihracatını kontrol eden Uluslararası Silah Ticareti Düzenlemeleri’ni (ITAR) gözden geçirerek Hindistan için savunma satışlarını kolaylaştırmaya da odaklanacağının sözünü verdi. Ayrıca Hint şirketlerin Amerika pazarına satış yapmasına olanak tanıyabilecek Karşılıklı Savunma Tedarik Anlaşması üzerinde de görüşmeler başlayacak. Savunma teknolojisine daha kolay erişimin kapılarını aralayacak bu gelişmeler Hindistan’ın kazanımı olarak düşünülüyor.

Ancak Hindistan’ın kazanımları olarak düşündüğü tüm bunların karşılığı da var elbet…

Donald Trump yıllardır Amerikan mallarına uygulanan yüksek Hindistan tarifelerinden şikayetçiydi. Ancak şubattaki görüşmede ikili, 2025 sonuna kadar Amerikan şirketlerinin Hindistan pazarına daha fazla erişebilmesini sağlayacak yeni bir ikili ticaret anlaşması (serbest ticaret anlaşması değil) üzerinde görüşmeyi kabul etti. Yani 2025 sonlarına kadar İkili Ticaret Anlaşması’nın sonuca varması ve ayrıca 2030’a kadar toplam ikili ticaretin 500 milyar dolara (iki kattan fazla artış) ulaşması hedefleniyor.

Bu arada Amerika Delhi’ye milyarlarca dolar değerinde petrol ve doğalgaz satıyor. Ancak yeni Trump yönetiminde Amerika, Hindistan ile Amerika arasındaki 50 milyar dolarlık ticaret açığını azaltmak ve daha fazla satış yapmak istiyor. Yeni bir enerji ortaklığı Amerika’nın Hindistan’ın en büyük enerji tedarikçilerinden biri olmasını sağlayabilir.

Yani bu durumda Yeni Delhi hem daha fazla Amerikan savunma ekipmanı alacak hem de daha fazla Amerikan enerjisi tedarik edecek…

Ancak Amerika Hindistan’ın ucuza aldığı Rusya’ya benzer bir fiyat noktasında petrol ve gaz sunmadığı sürece, Delhi’nin sembolik bir miktardan fazlasını ithal etmeye sıcak bakacağını hayal etmek zor…

Yine de Hindistan’ın Amerika’dan zaten satın alma yaptığını ve bunu giderek artan bir oranda yaptığını belirtmekte fayda var. Son yıllarda Amerika’dan ithalatını 3 milyar dolar artırdı. Ve ham petrol değer açısından Hindistan’ın 2019’dan bu yana Amerika’dan ithal ettiği en büyük emtia.

Yeni Delhi ayrıca son yıllarda Amerika’ya 40 milyar dolar yatırım yaptı ve bu da yaklaşık 500 bin Amerikalı için iş yarattı. Dolayısıyla Hindistan Amerika’dan daha fazla satın alma yönündeki baskıyı, orada zaten ne kadar satın aldığını vurgulayarak savuşturmaya çalışabilir. Bu arada da bu faaliyetler muhtemelen daha da yüksek bir ticaret açığını önlemiş oldu. Ayrıca Hindistan’ın savunma duruşunun ve Hint Okyanusu bölgesinde net güvenlik sağlayıcısı statüsünün Amerika çıkarlarını ilerletmeye yardımcı olduğu olgusu da var ki Delhi bu gibi başka durumlara işaret ederek de daha fazla Amerikan silahı satın alma baskısını hafifletmeye çalışabilir. Buna, Hindistan’ın füze saldırıları ve korsanlık tehdidi altındaki gemileri korumak ve kurtarmak için Orta Doğu sularındaki deniz faaliyetleri ve Çin’e karşı koymak için birkaç Güneydoğu Asya ülkesine füze tedarik etme yönündeki devam eden çabalarını da ekleyin…

Modi ayrıca ajan ve insan kaçakçıları ağlarının peşine düşerek Amerika’ya yasadışı göç ile mücadele sözü verdi. Yasadışı göçün Amerika’da politik olarak ne kadar tartışmalı hale geldiği dikkate alınırsa, Trump Hindistan’ın Amerikan kırmızı çizgilerine saygı göstereceğinden artık emin.

Bu arada şubat ayındaki görüşmede ayrıca başka duyurular da vardı. Yeni Delhi yurtdışında 5. nesil savaş uçağı ararken Trump açıkça Hindistan’a Amerikan F35 savaş uçağını teklif etti. İki lider ayrıca Pakistan’a topraklarının terörizm için kullanılmasını durdurma çağrısında bulundu.

Modi, yeni başkan ile yüz yüze görüşen yalnızca dördüncü dünya lideriydi; önceki üçü, İsrail ve Japonya başbakanları ile Ürdün kralıydı ki hepsi de yakın Amerikan müttefikleri. Bu, yeni Trump yönetiminin Modi’ye ve Amerika’nın Hindistan ile ortaklığına nasıl baktığı hakkında bir şeyler söylüyor olabilir ama sonuçlar açısından henüz çok fazla şey beklenmiyor, beklenmemeli de. Yine de iki taraf ortaklığı güçlendirmek için “21. yüzyıl için ABD-Hindistan COMPACT (Askeri Ortaklık, Hızlandırılmış Ticaret ve Teknoloji için Fırsatları Katalize Etme)” girişimini duyurdu.

Ancak acil dikkat gerektiren iki konudan biri belirsizliğini koruyan kaçak göçmen konusu iken diğeri belirsizliğini koruyan yaptırım muafiyetleri konusudur. Yaptırım muafiyetleri sağlama konusundaki isteksizliğini gösteren Trump’ın İran’a yönelik “maksimum baskı” politikasının Hindistan’ın Chabahar’daki liman geliştirme projesi için ne anlama geldiği konusunda hala netlik yok.

Son can alıcı nokta Trump’ın ticaret savaşları ile ilgili Delhi önlemleri veya stratejileri de belirsiz ve son derece yetersiz. Sanki -Delhi için pek de alışık olmadığımız şekilde- stratejik akıl olarak değil de bir anlamda günü kurtarmak şeklinde gelişiyor gibi bir izlenim veriyor. Gümrük tarifeleri konusunda tavizler vermeye açık. Ya da Make in India örneğin, ülkede yerli üretimi öncelik kılmak ve yerli üretime ilişkin tüm kalemleri/donanımları ülke içinde geliştirmek için Hindistan’da Yap girişimi; çok ses getirmiş ve hala çok övgü ile lanse ediliyor olsa da doğrusu çok da başarıya ulaşamadı. Trump Çin karşısında Hindistan’ın dünyanın üretim merkezi olması için son derece hevesli ve destekçi gözüküyordu ancak hevesi kırılmış olmalı. Delhi bunu son yıllarda cep telefonu ve ilaçta başarmış gözükse de bundan ileri gidemedi. Diğer birçok sektörde Çin başta olmak üzere diğer rakipler daha dişli. Çok daha önemlisi Hindistan’da Üret yani Make in India politikasının önünde ciddi bir altyapı eksikliği söz konusu. Sanıyorum henüz hala Hindistan bu konuda hayal ettiği noktadan uzak… Yani Delhi’nin daha kırk fırın ekmek yemesi gerekiyor gibi gözüküyor.

Dalgalanan küresel ticaret dinamikleri arasında stratejik nedenler ile Amerika’ya öncelik veren Delhi şimdilerde yedi ikili ticaret anlaşması müzakeresi sürecinde. Bunlar Hindistan’ın ekonomik konumunu güçlendirmeyi ve hem pazar hem de üretim zorluklarını ele almayı amaçlıyor. Her ticaret anlaşması tekdüze olmayacak, tavizler muhtemelen stratejik kırılganlığa bağlı olarak değişecektir. Bu arada sürece eşlik eden politik enerji ve cesaretlendirici sözler yakın geçmişin şüpheciliğinden uzaklaşıldığını yansıtıyor. Bu elbette Trump’ın tarifeler konusunu tehditkar biçimde ortaya atması ile gözlemleniyor.

Karakteristik pragmatizmi ile ani ve doğrudan etkiyi azaltmaya odaklanan Yeni Delhi yakın ve zorlayıcı risklerin farkındalığı ile ister mal ihracatında ister hizmet ekonomisinde olsun Hindistan’ın mevcut hisselerini korumaya kararlı. Pazar payını korumak önemli ama amaç her zaman onu büyütmek olmalı. Başarılarını göz ardı etmek son derece haksızlık olur ancak Hindistan’ın üretim çabaları son derece yetersiz kalıyor…

Ancak yine de zorluklara karşın, Hindistan-Amerika ilişkisi iyi bir noktada.

Hindistan Dışişleri Bakanı S. Jaishankar’ın yakın zaman önceki konuşmasından birkaç cümle buraya iliştireyim:

“Trump’ın önceliklerinin çoğu bizim için işe yarıyor.”

“Uluslararası mali ve ekonomik sistemi güçlendirmek için ABD ile çalışmanın öncelik olması gerektiğine inanıyoruz.”

“ABD çok kutupluluğa doğru ilerliyor ve bu, Hindistan’a uyuyor.”

Görüş

Çekya’da komünizme hapis cezası: Yeni düzenlemede neler var?

Avatar photo

Yayınlanma

Yazar

Çekya Temsilciler Meclisi, Ceza Kanunu’nda yaptığı bir değişiklikle Nazizm ve Komünizmi ‘insan haklarını ve özgürlükleri bastırmayı amaçlayan ideolojiler’ arasında sayarak, bu ideolojilerin ‘teşvik edilmesini’ suç kapsamına aldı. 

30 Mayıs’ta kabul edilen yasa değişikliği, mecliste bulunan 160 milletvekilinden 86’sının oyuyla geçti; karşı oy ise kullanılmadı. 

Yasa, Senato ve Cumhurbaşkanı’nın onayını alması halinde 2026 yılında yürürlüğe girecek. 

Yasa tam olarak ne diyor?

Ceza Kanunu’ndaki değişikliklere göre, ‘İnsan hak ve özgürlüklerini bastırmaya yönelik bir hareketin kurulması, desteklenmesi ve propagandası’ için bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası öngörülürken, bu ‘suçun’ basın, film, televizyon, internet üzerinden, organize bir grubun üyesi olarak işlenmesi ve devletin tehdit altında veya savaş halinde olduğu bir zamanda işlenmesi halinde ceza üç yıldan on yıla kadar hapis cezasına çıkacak. 

Suç tanımlamasında ‘organize bir şekilde’ ifadelerinin geçmesi siyasi parti organizasyonunu, ‘devletin tehdit altında olması’ ise Rusya-Ukrayna savaşını akıllara getiriyor. 

Yasa ayrıca, ‘logolar, bayraklar, rozetler, üniformalar ve bunların parçaları, sloganlar, ifadeler, açıklamalar, selamlaşma şekilleri, liderler veya bu hareketin liderlerinin konuşmalarını tasvir eden semboller’ yoluyla ‘İnsan hak ve özgürlüklerini bastırmaya yönelik bir hareketi propagandaya yönelik eserlerin yayılmasını’ veya satılmasını da  üç yıla kadar hapis, para cezası veya malın müsaderesi (el konması) ile cezalandıracak. 

Yasanın doğrudan komünizmle ilgili kısmı ise şu ifadelerle aktarılmış:

“Kim Nazizm, Komünizm veya başka bir insanlığa karşı işlenen suçu, savaş suçunu veya barışa karşı suçu alenen inkar eder, şüpheye düşürür, onaylar ya da haklı göstermeye çalışırsa, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Yasadaki tek ‘cezasızlık’ şartı ise, bu simgelerin eğitim, araştırma, sanat, güncel veya tarihî olaylar hakkında haber verme amacı taşıması. Yasa metninde bulanık ifadelerle aktarılsa da, komünizm sembollerinin propaganda mı yoksa haber verme amacı mı taşıdığına, muhtemelen o simgeleri kimin kullandığına göre karar verilecek. 

Yasanın söz konusu ‘bulanık’ ifadeleri, ülke genelinde bir hukuk tartışması başlatmış durumda. Zira, ülkede komünist semboller yasaklanırken, tam olarak bu simgeleri kullanan dikkat çekici bir siyasi parti bulunuyor: Bohemya ve Moravya Komünist Partisi (KSČM).

Çekya’da aktif bir komünist partinin bulunması ise, “Tasarı partinin kapatılmasıyla” sonuçlanabilir mi?” sorusunu gündeme getirdi. Komünistler ise, söz konusu tasarının tam olarak KSCM’yi engelleme amacı taşıdığı görüşünde. 

Komünistler ve ‘Yeter!’ hareketi

Çekya’da komünistler, Ekim ayında düzenlenecek 2025 Çekya parlamento seçimlerine “Stačilo!” (Yeter!) adlı yeni bir siyasi oluşum çatısı altında katılmayı planlıyor. ‘Yeter’ hareketi, komünist partinin yanı sıra Birleşik Demokratlar – Bağımsızlar Birliği  (SD-SN) ve Çek Ulusal Sosyalist Partisi (CSNS) gibi diğer sol eğilimli partilerin üyelerini de içeren bir çatı örgütü. 

2024 Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde bir seçim koalisyonu olarak kurulan bu yapı, 10 Ekim 2024’te resmi olarak siyasi parti statüsüne kavuşmuştur. Hareketin tek bir siyasi parti formuna bürünmesinin nedeni ise, seçimlerde koalisyonlara uygulanan yüzde 11’lik seçim barajı yerine, partilere uygulanan yüzde 5’lik barajdan yararlanabilmek. 

Komünist Parti kapatılabilir mi?

Anayasa hukuku uzmanı Ondřej Preuss, Çek medyasına yaptığı açıklamada, tasarının tek başına komünist partinin kapatılmasına yetmeyeceği görüşünde. 

“Bir yanda komünist hareketlerin propagandası yasaklanıyor, öte yandan bu ismi taşıyan bir parti hâlâ faaliyet gösteriyor ve hatta Avrupa Parlamentosu’nda temsil ediliyor.” Preuss, bir siyasi partinin kapatılması için Ceza Kanunu’ndaki değişikliğin yeterli olmadığını, bunun için hükümetin girişimiyle Yüksek İdare Mahkemesi’nin kararının gerekli olduğunu ifade ediyor. 

Komünistler ise, yasa değişikliğine sert tepki gösterdi. KSČM sözcüsü ve “Yeter!” hareketinin adayı Roman Roun, bunun tamamen seçim öncesi bilinçli bir saldırı olduğunu belirterek, “Bize karşı yoğun bir baskı var. Her şey seçimden hemen önce bir araya geldi. Amaç bizi itibarsızlaştırmak” ifadelerini kullandı. 

Tasarıyla birlikte yasaklanan ‘orak çekiç’, KSČM’nin resmi logosunda bulunmasa da, çeşitli etkinliklerde sıkça kullanılan bir simge. 

Partinin önde gelen isimlerinden ve Sovyet devriminin öncüsü Vladimir Lenin’e yazdığı şiir nedeniyle gündeme gelen Petra Prokšanová ise, tasarıya “Bizi susturmaya çalışanlar, bunu en son Naziler döneminde denedi. Ancak o zaman da komünistler direndi ve Nazizm yenilgiye uğradı” ifadeleriyle tepki gösterdi. 

Yasa ne anlama geliyor?

Çekya’da komünist sembollerin yasaklanması, yalnızca iç hukuk düzenlemesinden daha fazlası. Bu yasa aynı zamanda, Avrupa’nın kökleşmiş ideolojik antikomünist reflekslerinin güncel bir yansıması olarak kabul edilebilir. 

Avrupa’da uzun yıllardır komünizm, tıpkı nazizm gibi otoriter ve totaliter bir tehdit olarak görüldü. Rusya-Ukrayna Savaşı ise bu refleksleri daha da güçlendirdi. Avrupa ülkeleri, Putin yönetimini Sovyetler’in devamı gibi algılamaya başladı. Hatta, Rusya lideri Vladimir Putin’in ‘Sovyetler’i yeniden kurmaya çalıştığı’ gibi iddialar dahi gündeme geldi. 

Bu algı, yalnızca Rusya’ya karşı değil, Rusya’yla tarihsel ve politik düzlemde benzerlik taşıdığı düşünülen akımlara karşı da bir savunma hattı örülmesine yol açtı. Çekya yasasında yer alan ‘tehdit altındaki durum’ ya da ‘savaş hali’ gibi muğlak ifadeler de, bu refleksin hukuki dile yansımasından ibaret. 

Her ne kadar yasa doğrudan Komünist Partinin kapatılmasını hedeflemese de, bu tür yasaklar komünist/sosyalist hareketlerin faaliyetlerini büyük ölçüde kısıtlayacak. 

Özellikle de Ukrayna savaşına karşı çıkan ve NATO politikalarını eleştiren bir çizgide duran komünist hareketler için, bu düzenleme doğrudan bir susturma girişimi niteliğinde. Açıktan komünizm propagandası yapan KSČM’nin, Ukrayna’da savaşın temel nedenlerinden birinin NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ve ABD’nin müdahaleci politikaları olduğunu savunması, kendini ‘Rus tehdidi altında’ hisseden sağ hükümet tarafından bir ‘bilgilendirme’ olarak mı, yoksa ‘komünist propaganda’ olarak mı tanımlanacak?

Dolayısıyla, Avrupa’da komünist sembollere yönelik yasaklar, komünizmin temsil ettiği değerler kadar, güncel siyasete de müdahale edilmeye çalışıldığını gösteriyor.

https://www.aspi.cz/products/lawText/1/68040/1/2/zakon-c-40-2009-sb-trestni-zakonik/zakon-c-40-2009-sb-trestni-zakonik?utm_source=chatgpt.com

https://www.seznamzpravy.cz/clanek/domaci-politika-poslanci-zakazali-propagaci-komunismu-jak-muze-dopadnout-na-kscm-278178 

https://www.forum24.cz/komunismus-stejne-jako-nacismus-snemovna-schvalila-navrh-na-zakaz-propagace-komunismu 

Okumaya Devam Et

Görüş

Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 3

Avatar photo

Yayınlanma

Hindistan-Pakistan çatışmasının sonuçlarını ele alan yazı dizisinin üçüncü ve son bölümü:

Kazanımlar şablonu çizmeden önce, iki anahtar sorunun açıklığa kavuşturulması gerekiyor:

  1. Acımasızca öldürmeleriyle her şeyi başlatan Pahalgam teröristleri nerede?
  2. İlk kez test edilen Genelkurmay Başkanlığı sisteminin reklamı yapıldığı gibi çalışıp çalışmadığı konusunda netlik gerekiyor.

Görevleri kim planlıyor ve ‘savaşı’ kim yürütüyordu? Entegre savunma personeli miydi yoksa Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri bölgesel komuta karargahlarının Başkomutanları mı sinerji yaratıyorlardı? Çatışmaların kapsamı hava sahasıyla sınırlı olsa da bu sorunun yanıtı daha yüksek savunma örgüt yapısının reklam edildiği gibi gücü ve devam eden revizyonu için paha biçilmez bir girdi olurdu. Bir savaş zamanı potasından daha iyi bir deneyimi tekrar bulmak imkansız gibi.

Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 2

Hindistan’ın Kazanımları

  1. Hindistan tek ses olarak birleşti, muhalefet hükümet ile birlikteydi. Özellikle Jammu ve Kaşmir yöneticileri ile Tüm Hindistan Müslüman Meclisi Birliği (AIMIM) Başkanı Asaduddin Owaisi’nin, Birlik hükümeti ile tek yumruk olması burada ayrıca önemli.
  2. Pakistan’ın bunu bir “savaş eylemi” olarak adlandırmasına karşın Indus Su Anlaşması hala askıda ve Hindistan, Pakistan’ın davranışına bağlı olarak yalnızca yeniden müzakere edecektir. Bu nedenle anlaşmanın uzun süre askıda kalması büyük olasılık. “Kan ve su bir arada akmaz” dedi Başbakan Modi, silahların susmasının ardından yaptığı ulusa seslenişteki zafer konuşmasında. Hindistan, Indus Su Anlaşması’nda hareket etme fırsatını kullandı ve bunu Pakistan’ın davranışına bağlı tuttu. Bu gerçekte Hindistan için politik bir hedefti —Sınır ötesi terörizmle bağlantılı Indus Su Anlaşması— terör sınır ötesinden durana kadar askıya alınacaktır. Hindistan bu fırsatı kendi büyüyen ihtiyaçları doğrultusunda projelerini tamamlamak ve yenilerini yapmak için kullanacaktır. Ki aslında zaten öncesinden de Pakistan’daki su baskısı sessizce arttı. Hindistan’ın 2016’dan beri İndus kollarına barajlar inşa ederek aşağı akıştaki akışı etkileme yeteneğini artırdığının farkında olan çok az kişi var. Bu yalnızca tarımı değil, aynı zamanda elektriği ve gıda güvenliğini de etkiliyor. Indus Nehri Pakistan’ı besliyor, ancak kaynakları ve kolları Hindistan’da bulunuyor. Pakistan’ın ekonomik ve politik açıdan en önemli iki eyaleti olan Sindh ve Punjab’dan geçiyor. 1960 yılında Hindistan ve Pakistan, her iki tarafın ne kadar su alacağını düzenleyen İndus Suları Anlaşması’nı imzaladılar. 1960 yılında Dünya Bankası’nın arabuluculuğunda imzalanan anlaşmaya göre Pakistan’ın bundan sonra Dünya Bankası da dahil olmak üzere dünya örgütlerinde protesto gösterisi yapması muhtemel. Ancak nihayetinde Hindistan’ın anlaşmayı askıya almasını ve yeni barajlar inşa etmesini yasal olarak engelleyemezler. İndus ve Jhelum önemli değil çünkü Pakistan topraklarına çok erken giriyorlar. İndus’un diğer dört kolu önemli çünkü Hindistan’ın akışlarını düzenlemesi mümkün.
  3. Bir terör saldırısına nasıl yanıt vereceği konusunda yeni bir normal belirledi: “Terör eylemlerini bir savaş eylemi olarak değerlendireceğini ve buna göre yanıt verileceğini” duyurdu. Bu, büyük askeri önlemlerin olacağı ve nükleer caydırıcılığa karşın Hindistan’ın tırmanma merdivenini tırmanacağı anlamına geliyor.
  4. İki ülke de bu çatışmada birbirlerinin ne durumda olduklarının nabzını yokladılar, ancak Pakistan’ın henüz çok yoğun olmayan bir çatışmanın üçüncü gününde nükleer sinyal vermesi, Hindistan açısından onun eksikliğinin ve savunmasızlığının bir göstergesi olarak algılandı.
  5. Hindistan aynı zamanda Pakistan’ın çatışmada kullandığı Çin silahlarını deneyimledi. Birincil rakibi Çin olduğu için bu noktada Hindistan’ın bir şeyler öğrenmesi onun için bir kazanım oldu.
  6. Bununla birlikte kendi yerel üretim savunma teçhizatının ekipmanlarının da denemesini yaptı. Çok başarılı olarak yansıtsa da mutlaka eksikliklerini tespit etmiştir. Ancak bu arada tanıtımını da yapması açısından önemli bir fırsat oluşturdu. Reklamın iyisi kötüsü olmaz neticede.
  7. Hindistan, savunma hazırlığının yetersizliğini, mevcut finansman düzeyinin yetersizliğini ve özellikle özel sektör olmak üzere yerel kapasiteyi inşa etmesi gerektiğini anladı. Maddi açıdan görece ucuz bir çatışmada operasyonel koşullarda değerli dersler öğrendi. Bu daha büyük bir çatışmaya hazırlanmasına yardımcı olacaktır.
  8. Uluslararası imaj olarak da bir kazanım söz konusu: Artık güç kullanmaya ve durumun gerektirdiği şekilde tırmanmaya istekli olduğunu gösterdi. Bu, Hindistan’ın güvenlik ortaklarına olumlu bir mesaj gönderebilir.

Son çatışmalar Pakistan’ı da Hindistan’ın siyasi liderliğinin kavrayamayacağı birçok yönden açıkça cesaretlendirdi.

Pakistan’ın Kazanımları

  1. Tüm bu olay Pakistan ulusunu, halkını ve siyasi partilerini genel olarak bir araya getirdi. Son birkaç yıldır siyasi olarak çok zor bir dönemden geçen Pakistan, Hindistan’ın saldırısı karşısında dikkate değer bir birlik gösterdi. Bu birlik ve daha büyük bir dış tehdit karşısında direnmeye dönük yeni keşfedilen istek, belki de Pakistan liderliğini yönetimde daha iyi kararlar almaya itecek ve ülkenin savunma kararlılığını daha da güçlendirecek bir şeydir.
  2. Pakistan ordusu her zamankinden daha popüler hale geldi. Son birkaç yıldır Pakistan’ın iç siyaseti, güçlü ordusunda kutuplaştırıcı bir imaj yarattı. Ancak, artık durum böyle değil. İnsanlar ve siyasi liderlikler, ülkenin egemenliğine yönelik gerçek tehditin Pakistan’ın doğu komşusu Hindistan’dan gelmesi nedeniyle silahlı kuvvetlerini güçlendirmeleri gerektiğini her zamankinden daha fazla fark ediyor. Pakistan’ın Hindistan’ın şehirlerine yönelik saldırılarına karşılık vermesi kolay değildi. Askeri liderlik olası tepkisini değerlendirirken Hindistan ülkeyi hata yapmaya zorlamak için Pakistan’ın hava sahasını insansız hava araçları ve füzelerle dolduruyordu. Pakistan’ın Hindistan’a karşı misillemesini engellemesi için bir uluslararası baskı da vardı. Pakistan bunlara karşın karşılık verdi.
  3. Pakistan Hindistan’ın yeni normaline kendi büyük misillemesi veya kendi yeni normali ile karşılık verdi ve Jammu ve Keşmir’deki Hint şehirlerini, hava üslerini, komuta merkezlerini, lojistik sahalarını ve birçok askeri sahayı hedef aldı. En önemlisi de Hindistan’ın yeni normali çerçevesinde, Hindistan’ın Keşmir’deki her terör saldırısının bundan sonra bir “savaş eylemi” olarak görüleceği duyurusu tehlikeli bir politika. Hindistan bu politikayı izleyerek dünyaya Pakistan ile sık sık savaşta olabileceğini ve ordusunun her zaman savaşa hazır olması gerektiğini söylüyor. Hindistan’ın orantılı bir misillemeyle karşılaşmadan Pakistan’a periyodik olarak saldırma modeli oluşturabileceği fikri yalnızca hatalı değil, aynı zamanda tehlikeli derecede yanıltıcı.
  4. Pakistan’ın Hindistan ile yaşadığı bu son askeri çatışmada bir diplomatik zafer elde ettiği söylenebilir. Pakistan’da, Pahalgam saldırısına ilişkin tarafsız bir soruşturma talep etmek, Hindistan’ın kışkırtmalarına karşı ölçülü olmak ve yalnızca kendini savunmak için hareket etmek gibi olgun bir şekilde olaylarla başa çıkma yaklaşımının uluslararası toplumun saygısını kazandığına dair bir his var. Daha da önemlisi, Amerika’nın bu krizdeki rolünün Hindistan’dan çok Pakistan’ı kayırdığı algısı oluştu. Örneğin, Trump, Keşmir krizini çözmek için Hindistan ve Pakistan arasında arabuluculuk yapma teklifini yineleyerek, konuyu uzun yıllar sonra küresel sahneye taşıdı. Bu, Keşmir krizinde her zaman üçüncü taraf arabuluculuğundan kaçınmaya çalışan Hindistan’ı kesinlikle zor bir duruma soktu. Trump’ın teklifi, Hindistan ile Keşmir anlaşmazlığının çözümünde üçüncü tarafların yer almasını her zaman isteyen Pakistan’ı memnun ederken Hindistan bundan hiç hoşlanmadı. Ayrıca, Trump hem Hindistan hem de Pakistan ile ticareti artırma sözü verdi. Bu, Pakistan’ın ticaret ve ekonomik durumu için rahatlama sağlayabilir. Dahası, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Hindistan ve Pakistan hükümetlerinin “tarafsız bir yerde geniş bir dizi konu hakkında görüşmelere başlamayı kabul ettiğini” duyurdu. Bu, esasen iki tarafın önümüzdeki haftalarda İndus Su Anlaşması, terörizm ve Keşmir gibi konular da dahil olmak üzere bir dizi konu hakkında diyaloğa başlayabilmesi için bir fırsat doğuruyor. Ve en önemlisi, Pakistan’ın bakış açısından, Amerika bir kez daha Pakistan’ı Hindistan ile eş tuttu. Hindistan bu statüden kurtulmak için çok çabalarken Pakistan, dünyanın kendisini bölgesel bir güç olarak görmesini ve ona uygun ağırlık vermesini istediği için Hindistan ile eşitliğe sahip olmaktan rahatsızlık duymaz.
  5. Hindistan bu kriz sırasında yalnızca Pakistan’la değil, Pakistan ve Çin’le birlikte karşı karşıya olduğunu anladı. Pakistan Hava Kuvvetleri’nin, Çin savaş uçakları ve platformlarını kullanarak Hindistan Hava Kuvvetleri’ne yaptığı misilleme, Hindistan için korkunç bir uyarı niteliği taşıdı. Pakistan’ın hava performansının küresel çapta ilgiyi üzerine çekmesi, Pakistan ve Çin ordularını birbirine daha da yakınlaştırabilir ve Pakistan’ın boşlukları doldurmasına yardımcı olabilir. Dahası, Hindistan ve Pakistan’ın periyodik çatışmaları Çin’in çok umursayacağı bir şey olmasa da Çin’in Hindistan ile doğrudan bir çatışmaya girmeden Hindistan askeri ve karar alma kapasitelerini görmesini ve öğrenmesini sağlar. Hindistan için bu bir aksilikten başka bir şey değil. Ve en önemlisi, Hindistan-Pakistan gerginliği belirli bir eşiğin altında kaldığı ve ikisinin eş tutulması veya aynı bağlamda tutulması devam ettiği sürece Çin’in nüfuzu ve fırsatı var. Bunun nedeni, Pakistan’dan gelen güvenlik tehdidiyle başa çıkmakla ilgilenen veya kaynaklarını ve sermayesini Batı sınırına yönlendiren bir Hindistan’ın Çin tehdidinden uzaklaşmış bir Hindistan olmasıdır. Hindistan için bu tehdit yalnızca kuzey ve doğu sınırlarında değil, aynı zamanda Hint Okyanusu bölgesinde de bulunuyor ve Hindistan’ın odak noktasını kıtasal sahnede sınırlayıp deniz alanından uzaklaştırır. Bu nedenle düşük düzeyde yerel bir çatışma Çin’in bakış açısından olumsuz bir sonuç değil. Çin için zorluk, ekonomik ve güvenlik çıkarlarını etkileyen tam ölçekli bir savaşa tırmanmadır. Sonuç olarak Çin’deki kamuoyunun Hindistan üzerindeki baskıyı canlı tutmak için eşiğin altındaki yöntemleri desteklediğini gördük. Ve bu yöntemlerin çoğu büyük ölçüde anlatısal değer taşıyor ve Çin’in Hindistan-Pakistan ilişkilerine derinlemesine dahil olma konusundaki isteksizliğini gösteriyordu. Zaten Çin gerçekten BRICS, alternatif ödeme sistemleri veya dolar dışı rezerv stratejisi aracılığıyla ABD öncülüğündeki finansal ve ticari mimariye bir alternatif inşa etmek istiyorsa Hindistan’a ihtiyacı var. Hindistan olmadan, küresel ticareti Amerikan hegemonyasından kurtarmaya veya para düzenini yeniden yönlendirmeye yönelik herhangi bir girişim güvenilirlik ve ölçekten yoksun kalacaktır. Rusya bunu anlıyor. Çin de anlıyor. Bu yüzden tam bir kopuşu göze alamaz. Ama Hindistan’ın yükselişinin itirazsız ilerlemesine de izin veremez. Saldıramaz da benimseyemez de görmezden gelemez de… Yani Çin için bir şeyler yapmak da risklidir, hiçbir şey yapmamak da risklidir… Ancak Çin, Hindistan-Pakistan ihtilafları konusunda yaptığı çok temkinli açıklamalarla Pakistan’a verdiği gerçek askeri desteği genellikle örtbas ediyor. Yaptığı açıklamalar genellikle kısa, genel ve tarafsız. Hindistan’ı zayıflatmak ve Hindistan’ın güçlerini Pakistan cephesine yoğunlaştırmak her zaman Çin’in işine gelir.

Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1

Çin faktörü

Bugün Hindistan’ın hem doğu sınırı yani Çin sınırı Fiili Kontrol Hattı hem de batı sınırı yani Pakistan sınırı Kontrol Hattı aktif sıcak noktalardır; Hindistan silahlı kuvvetlerinin uzun zamandır tanık olmadığı vahim bir güvenlik durumu. Hindistan’a, her iki alanda da yanıt verme kabiliyetini tehlikeye atacak şekilde asker ve silah sistemleri konuşlandırmasını optimize etme stratejik zorunluluğunu dayatıyor. Bu arada belirtelim: Pakistan ile Çin arasındaki ilişki bir ittifak değil, bir ortaklıktır; çok güçlü, geniş ve derin bir ortaklık, Pakistan’ın Çin’e tek taraflı bağımlılığına dayanan bir ortaklık ama yine de bir ortaklıktır, bir ittifak değildir. Çin henüz NATO’nun eşdeğerini kurmadı; bu, savaş zamanlarında birbirlerine yardım garantisi veren ve güvenlik konularında yerleşik, resmi yapılar içinde işbirliği yapan bir devletler grubudur. Ne Şanghay İşbirliği Örgütü ne de BRICS gibi gevşek bir yapılanma böyle bir ittifaktır. Her iki sistemin de Hindistan’ı kapsadığını hatırlayalım. Hiçbir şekilde Hindistan’a yöneltilemez. Elbette bu, böyle bir yapının -bir tür Çin NATO’sunun- bir gün ortaya çıkmayacağı anlamına gelmiyor; ancak şimdilik Çin’in, Pakistan’ın Hindistan güçleriyle çatışmasına yardım etme zorunluluğu yok.

Bugün için bu bir kaygı kaynağı olmasa dahi Hindistan’ın Çin ve Pakistan ile paralel bir savaşa girmesi senaryosu kesinlikle dikkate alınması gereken bir durum ancak aynı zamanda Hindistan’ın en az hazırlıklı olduğu senaryo; örneğin, savaş uçaklarının sayısı açısından. Bu arada Çin de zaten buna hazır değil. Üç ülkenin de nükleer silahları var. Ve Çin üçü arasında (ekonomik, askeri ve teknolojik olarak) en güçlüsü olmasına karşın, Çin’in diğer cephelerde de zorlukları var. Bunların başında Amerika ile artan rekabet ve Tayvan meselesine odaklanılması geliyor. Çin’in Pakistan’a silah satması gibi, ABD de Hindistan’a giderek daha fazla silah satıyor. Birkaç yıldır Amerikan istihbaratının, Çin güçlerinin Himalayalar’daki hareketlerine ilişkin istihbarat bilgilerini Hindistan ile paylaştığı yönünde spekülasyonlar var. Çin’in herhangi bir Hindistan-Pakistan çatışmasına doğrudan müdahil olması, Amerika’dan bir tepki gelmesine ve küresel çapta bir domino etkisi yaratmasına neden olabilir. Çin’in de aynı şekilde düşünüp düşünmediğini elbette bilmiyoruz ancak kesinlikle ihtiyatlı davranıyor. Son aylarda, en azından geçen yıl ekimden bu yana, Çin, Hindistan ile ilişkileri yatıştırmak isteyen taraf olarak görülüyor. Dolayısıyla şimdilik Hindistan için en kötü senaryo olan çifte savaş ihtimali, tamamen gerçek dışı olmasa da pek olası görünmüyor. Ama Pakistan’ı yıllardır silahlandırıyor. Herhangi bir Hindistan-Pakistan çatışmasında en azından Pakistan’a silah ve yedek parça gönderebilir, yeni silahları yıldırım hızıyla satabilir veya hediye edebilir, yeni bir kredi verebilir, hatta belki Pakistan güçleriyle bilgi (istihbarat, uydu, vb.) paylaşabilir. Çin’in bundan elde edeceği kazanç ise çok açık: Hindistan ile çatışma riski olmadan Hindistan’ı zayıflatmak…

Hindistan, 1,4 milyon askeri, uçak gemileri ve ekonomik gücüyle üstün gelirken Pakistan ise 650 binlik ordu gücü, modernize hava kuvvetleri ve Çin ve Türk jetleri gibi desteklerle dirençli. Hindistan’da 160, Pakistan’da 170 savaş başlığı var ve iki tarafın nükleer cephaneliği topyekun savaşı imkansızlaştırıyor olabilir AMA BU, görece küçük büyük çatışmalara veya vekalet savaşlarına engel değil…

Okumaya Devam Et

Görüş

Küresel enerji ve ticarette Orta Asya’nın yükselen rolü

Yayınlanma

Orta Asya’nın stratejik rolüne odaklanan Astana Uluslararası Forumu aralarında Kazakistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Roman Vassilenko ve Afganistan’ın Kazakistan’a atadığı Maslahatgüzar Muhammed Rehman Rahmani Harici’ye açıklamalarda bulundu.

Nikola Mikovic, gazeteci-yazar

Orta Asya’nın zengin enerji kaynakları ve stratejik olarak önemli konumu, onu büyük dünya güçleri için ilgi odağı haline getiriyor. Geleneksel olarak Rusya’nın jeopolitik etkisi altındaki bu bölgede, Çin, Avrupa Birliği ve kısmen de Amerika Birleşik Devletleri varlıklarını artırmaya çalışırken, dünyanın dört bir yanındaki küçük ve orta ölçekli ülkeler de Orta Asya devletleriyle daha yakın ilişkiler geliştirmeyi hedefliyor.

Moskova’nın Ukrayna’daki savaşla meşgul olması, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Kırgızistan’da diğer aktörlerin nüfuzlarını artırmaları için bir kapı araladı. Sonuç olarak, 2024 yılında Çin’in Orta Asya ile toplam ticaret hacmi 94,8 milyar dolara ulaştı. Aynı zamanda, bölgenin en büyük ülkesi olan Kazakistan’ın ana ticaret ortağı olarak Rusya’yı geride bıraktı.

Öte yandan Avrupa Birliği, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nin (BRI) AB versiyonu olan Global Gateway projesi ve Orta Asya devletleriyle düzenli zirveler aracılığıyla, bu enerji zengini bölgede varlığını güvence altına almaya çalışıyor. Trump yönetiminin bu medya kuruluşuna verdiği hibeleri durdurmasının ardından Radio Free Europe’u (Orta Asya’da yaygın olarak Radio Azattyq olarak bilinir) ayakta tutmak için acil fon sağlama kararı, Brüksel’in yerel halkın gönlünü ve aklını kazanma konusunda ciddi olduğunu açıkça gösteriyor.

Bireysel AB üyeleri de bölgeyle daha güçlü ilişkiler kurma konusundaki isteklerini ortaya koyuyor. En iyi örnek, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin 30 Mayıs’ta Kazak başkentinde düzenlenen Astana Uluslararası Forumu’na (AIF) katılmasıdır. Bu iki günlük etkinlikte, iklim değişikliği, enerji güvenliği ve sürdürülebilirlik gibi genişletilmiş bir gündem çerçevesinde dünyanın dört bir yanından siyasi ve iş dünyası liderleri bir araya geldi. Meloni ayrıca, Özbekistan’dan gelerek Başkan Şevket Mirziyoyev ile görüştükten sonra Astana’da düzenlenen ilk Orta Asya–İtalya zirvesine de katıldı.

Meloni, AIF’te yaptığı konuşmada, İngiliz siyasal coğrafyacı Halford Mackinder’ı alıntılayarak, Orta Asya’nın dünyanın kaderinin döndüğü “kilit noktalar”dan biri olduğunu söyledi. Mackinder, Orta Asya’yı temel parça olarak içeren Heartland Teorisi ile bilinir; bu teoriye göre Heartland’ın kontrolü, tüm Avrasya kıtasının kontrolünü sağlar. Bu nedenle, İtalya ve diğer AB üyelerinin enerji zengini bu bölgede kendilerine bir dayanak noktası oluşturmaya çalışmaları sürpriz değildir.

Ancak Avrupa Birliği ve Çin dışında, diğer aktörler de Orta Asya’da pay sahibi olmaya çalışıyor. Türkiye gibi büyük oyuncular bölgede en azından bazı jeopolitik hedeflerine ulaşmayı amaçlarken, Afganistan gibi ülkeler Orta Asya devletlerini ekonomik zorluklarını aşmada potansiyel ortaklar olarak görüyor.

Afganistan İslam Emirliği’nin Kazakistan’a atadığı Maslahatgüzar Muhammed Rehman Rahmani, Harici’ye verdiği demeçte, “Son birkaç yılda, bölgenin en büyük ekonomisi olan Kazakistan’la iyi ilişkiler kurmayı başardık ve şimdi iki ülke arasındaki ekonomik bağları güçlendirmeyi umuyoruz,” dedi.

Taliban’ın Sanayi ve Ticaret Bakan Vekili Nuruddin Azizi ise Astana Uluslararası Forumu’nun oturumlarından birinde yaptığı konuşmada, savaş yorgunu Afganistan’da yol ve demiryolu altyapısının inşası konusunda Kazakistan’ın yardımını beklediklerini ifade etti. Astana’nın, Afganistan’ı Güney Asya pazarlarına ihracat için önemli bir geçiş ülkesi olarak gördüğü sır değil; bu nedenle genellikle “İmparatorluklar Mezarlığı” olarak anılan ülkede konumunu güçlendirmeyi hedefliyor.

Kazakistan’ın 2024 yılında Taliban’ı terör örgütleri listesinden çıkarması, Astana’nın savaş sonrası Afganistan’ın yeniden inşasında potansiyel rol oynamasının önünü açtı. Taliban yönetimindeki ülkedeki varlığı, Kazakistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Roman Vassilenko’nun “dengeli, yapıcı ve pragmatik dış politika” olarak tanımladığı çizgiyle de örtüşmektedir.

Vassilenko, Harici’ye verdiği demeçte, “Dünyada hiçbir ülkeyle gergin ilişkimiz yok ve uluslararası barışa, güvenliğe ve istikrara katkı sağlamayı amaçlıyoruz,” dedi ve Kazakistan’a yapılan doğrudan yabancı yatırımın ülkenin dış politika önceliklerini yansıttığını vurguladı.

Ancak Astana, Afganistan ile ticaret hacmini 3 milyar dolara çıkarma hedefini başarırsa, Taliban yönetimindeki ülkenin Orta Asya’daki ana ekonomik ortağı haline gelebilir. Bu yaklaşım, büyük küresel güçlerin Kazakistan’da nüfuzlarını genişletme yarışında, Astana’nın Afganistan’la ilişkilerini jeoekonomik hedeflerinin en azından bir kısmını ilerletmek için kullanabileceğini gösteriyor.

Eş zamanlı olarak, yaklaşık 20 milyon nüfusa sahip petrol zengini ülke, şu anda Kazak petrol gelirlerinin yüzde 98’ini kontrol eden yabancı enerji şirketlerine karşı kendi konumunu güçlendirmeyi de şüphesiz hedefleyecek. Orta Asya’da faaliyet gösteren büyük yabancı güçlerin, bu bölgedeki diğer devletlerle benzer düzenlemeler yapmayı hedefledikleri açık; zira bu, onların bölgenin kritik minerallerinden, petrol, gaz ve su kaynaklarından tam anlamıyla faydalanmalarını sağlayacaktır.

Ancak Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Kırgızistan, Arap petrol zengini devletlerin yaptığı gibi, yabancı enerji şirketleriyle devletin gelirlerin çoğunu kontrol ettiği enerji ortaklıkları kurma gücüne sahip olacak mı? Orta Asya ülkeleri açısından, böyle bir hedef enerji politikalarının en öncelikli konularından biri olmalıdır.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English
OSZAR »