Bizi Takip Edin

Ortadoğu

UNIFIL tehlikede: Asker sayısı yarıya mı düşecek?

Yayınlanma

Lübnan’ın güneyinde konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL), ağustos ayındaki kritik görev süresi yenileme toplantısı öncesinde varlığına yönelik ciddi tehditlerle yüzleşiyor. Eylül 2024’te Lübnan’a yönelik başlayan İsrail saldırıları sonrası oluşan koşullar, ABD’nin bütçe kesintileri ve İsrail’in misyon değişikliği baskıları, 10 binden fazla askerin geleceğini belirsizliğe sokarken, asker sayısının yarıya indirilmesi ihtimali de tartışılıyor.

Lübnan’ın güneyinde görev yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL), kuruluşundan bu yana ilk kez hem hukuki hem de operasyonel anlamda ciddi bir tehditle karşı karşıya.

Geçen yılın eylül ayında Lübnan’a yönelik başlayan ve devam eden İsrail saldırıları, çatışan uluslararası gündemler ve özellikle ABD’nin kemer sıkma politikaları, UNIFIL’in her yıl olduğu gibi ağustos ayı sonunda Birleşmiş Milletler (BM) ve Güvenlik Konseyi’nde yapılacak görev süresi yenileme toplantısı öncesinde geleceğini belirsizliğe sokuyor.

Gözler, İsrail saldırılarının durdurulmasından ziyade, Litani Nehri’nin güneyinin silahsızlandırılması ve Lübnan’daki 10 binden fazla BM askerinin geleceğinin şekillendirilmesine çevrilmiş durumda.

İsrail’in artan baskısı ve değişen hesaplar

UNIFIL, Temmuz 2006’daki İsrail saldırılarının ardından yenilenen misyonuyla kurulduğundan bu yana, Lübnan’da bir istikrar unsuru olarak görülüyordu.

Göreceli sükûnet yıllarında hem İsrail hem de Hizbullah güçleri, Batılı ve Doğulu askerleri birbirlerinin emellerine karşı bir engel olarak değerlendiriyordu.

Fakat İsrail’in değişen hesapları ve Suriye savaşının sona ermesiyle Hizbullah’ın gücünün artması bu denklemi yavaş yavaş değiştirdi. İsrail, BM gücünü Lübnan’dan çıkarmadan misyonunu değiştirme ihtiyacı hissetmeye başladı.

2017 yılında İsrail, gücün görev tanımına “doğrulama” işlevini ekleterek önemli bir değişiklik elde etti. Sonraki yıllarda baskılarını artırsa da köklü değişiklikler yaptıramadı.

Ancak 2022’de, UNIFIL’in halihazırda sahip olduğu hareket serbestisi ilkesini öne çıkaran orijinal metinde oynamalar yaparak bir yandan Hizbullah ve Lübnan devleti üzerindeki baskıyı artırmayı, diğer yandan da uluslararası gücü Lübnan ordusunun refakati olmadan görev yapmaya ve İsrail lehine hizmet sunmaya zorlamayı başardı.

Bugün İsrail diplomasisi, her zamanki gibi Amerikalıların desteğiyle, ancak bu kez BM ve kurumlarına karşı öfkeli olan yeni Washington yönetiminden aldığı ek destekle uluslararası gücün görev süresinin yenilenmesi savaşına şimdiden hazırlanıyor.

Amaçları, gücün misyonunda değişiklikler yapmak ya da varlığını temelden tehdit etmek. Herhangi bir uluslararası kurumu dikkate almayan, uluslararası askerlerin hayatını tehlikeye atan ve daha önce kasıtlı olarak asker öldürüp yaralayan İsrail, Hizbullah’ın temmuz savaşı sonrası yıllarda UNIFIL’in varlığı sırasında Litani’nin güneyinde muazzam bir askeri güç inşa etmesinden rahatsız.

Netanyahu UNIFIL’i tehdit etti: BMGK “endişeli”

BM Güvenlik Konseyi’ndeki ayrışma

Uluslararası atmosfer, özellikle Batı ve Körfez ülkelerinde Lübnan’da Hizbullah’ın silahlarına karşı yüklü olsa da, UNIFIL’in misyonunu değiştirmek veya Güvenlik Konseyi içinde iptal etmek kolay değil.

Özellikle Konsey’de Rusya ve Çin bir yanda, ABD, Fransa ve İngiltere diğer yanda olmak üzere çoğu uluslararası dosyada dikey bir bölünme yaşanıyor. Dolayısıyla, Lübnan’ın tutunduğu şeylere bağlı kaldıklarını söyleyen Rusların ve Çinlilerin onayını almadan herhangi bir değişiklik yapmak zor.

Hatta Fransa’nın ABD ve İngiltere’nin tutumundan ayrışması, Fransız kuvvetlerinin Finlerle birlikte genelkurmay başkanlığı ve askeri güçle komuta ettiği UNIFIL misyonu konusunda daha da sertleşiyor. Fransızların, UNIFIL Komutanı İspanyol General Arnaldo Lázaro’nun otoritesine tabi diğer güçlerden daha geniş bir hareket serbestisi bulunuyor.

Altı Afrika ülkesinden askeri olarak çekilen Fransa’nın Akdeniz kıyılarındaki ve özellikle de İngilizlerle yoğun rekabetin yaşandığı Lübnan’daki askeri varlığından kolay kolay vazgeçmeyeceği düşünülüyor.

Bu nedenle, Fransız ve Fin kuvvetlerinin son haftalarda Güney Lübnan’da sergilediği düşmanca ve cüretkar tavır, varlıklarını kanıtlama ve güneydeki mevcudiyetlerinin faydasını teyit etme oyununun bir parçası olarak görülüyor.

Ayrıca, Hizbullah’ın geri çekilmesini ve Litani’nin güneyinden silahlarını çekmeyi kabul etmesini, UNIFIL ve Fransızların artık yaptığı gibi insansız hava araçlarını kullanmamak gibi mevcut teamülleri aşmak için kullanıyorlar.

Fransa ayrıca, Amerikalı bir generalin başkanlık ettiği ateşkes mekanizmasındaki rolünü de pekiştirmeye çalışıyor. İngiltere ise mevcut formülün değiştirilmesini talep etmekten ve Fransız tutumu karşısında Lübnan üzerinde ek bir baskı unsuru olarak görünmekten çekinebilir.

Fransız ve İngiliz diplomatların son dönemde UNIFIL dosyasını görüşmek üzere Lübnan’a yaptıkları ziyaretlerden sızan bilgilere göre, mevcut onaylanmış formül şu ana kadar gerçeğe en yakın olanı ve her iki ülke de Lübnan’ı pozisyonlarında desteklediklerini teyit etti.

ABD’nin mali kesintileri en büyük tehdit

Ancak bu, Amerikan ve İsrail baskı araçlarının yok olduğu anlamına gelmiyor. ABD Başkanı Donald Trump, BM finansmanını durdurma konusunda net ve kararlı. Kararlarının etkileri Mali, Sudan ve Lübnan da dahil olmak üzere diğer bölgelerdeki barış güçlerinde hissedilmeye başlandı.

ABD’nin BM barış güçleri finansmanındaki payı yaklaşık yüzde 27 iken, onu yüzde 20’den fazla ödeme yapan Çin takip ediyor.

Dolayısıyla, UNIFIL misyonu finansman açısından ciddi bir tehdit altında ve bu açığı kapatacak Avrupa ülkeleri ya da Çin’in barış misyonlarına desteğini artırıp artırmayacağı henüz ufukta görünmüyor.

Bu noktada, İsrail’in elindeki güçlü baskı kartlarından birinin, gücün sayısını yarıya indirmek olduğu görülüyor; zira bu, Amerikan hedefleriyle de örtüşüyor. Sayının azaltılması yeni bir fikir değil; Ukrayna savaşından sonra UNIFIL’e katılan Avrupa orduları, özellikle İspanya ve İtalya (ve Litvanya) tarafından, bu orduların tüm güçlerini seferber etme ve Balkanlar ile Doğu Avrupa’da Rusya’ya karşı doğu cephesini güçlendirme ihtiyacıyla birlikte daha önce tartışılmıştı.

İtalya’nın artan rolü ve komuta beklentisi

Fakat İtalya’nın Lübnan ve İsrail’e yönelik askeri ilgisi, İtalyan Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı’nın İsrail ve Lübnan’a yaptığı sık ziyaretler ve İtalya’nın 7 Ekim sonrası İsrail’e destek koalisyonuna katılmasıyla son bir yılda açıkça ortaya çıktı.

İtalya, UNIFIL’in eski Batı Kıtası Komutanı General Deodato Abagnara’nın, gelecek haziran başında görevinden ayrılması beklenen Lázaro’nun yerine gücün komutanlığına gelmesi konusunda en şanslı ülke olarak görünüyor.

Abagnara, bir İsveçli general ve bir Avusturyalı generalin de aralarında bulunduğu diğer adayların önünde. Ayrıca İtalya, Lübnan ordusunu desteklemeye yönelik askeri teknik komite “MTC4L”ye de başkanlık ediyor.

Dış baskıların yanı sıra UNIFIL, BM’nin Lübnan Özel Koordinatörü Jeanine Hennis-Plasschaert’in yürüttüğü faaliyetler, Ateşkes Denetleme Komitesi Başkanı Amerikalı General Michael J. Linney’in artan rolü, askeri teknik komitenin etkinliği ve diğer kanalların varlığı nedeniyle Nakura toplantılarına duyulan ihtiyacın ortadan kalkmasıyla siyasi/teknik rolünün bir kısmını da kaybetti.

Tenenti: Rolümüz her zamankinden daha önemli

Uluslararası gücün resmi sözcüsü Andrea Tenenti, UNIFIL’in görev süresinin yenilenme tarihinin yaklaşmasıyla ilgili olarak el-Ahbar‘a yaptığı açıklamada, “UNIFIL, tarafların diplomasiyi yerleştirmek, güveni yeniden inşa etmek ve Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararının uygulanmasını desteklemek için tarafsız bir uluslararası varlık sağlamak üzere kullanabileceği bir araçtır,” dedi.

Tenenti, “Çatışma (eylül saldırısı) sırasında, İsrail ordusu bizden ayrılmamızı istediğinde bile kalmaya karar verdik, çünkü orada bulunmaktan ve olan biteni tarafsız bir şekilde gözlemlemekten sorumluyduk,” diye ekledi.

Tenenti sözlerini şöyle sürdürdü: “Beklenen görev süresi yenilemesiyle birlikte rolümüz her zamankinden daha önemli hâle geldi. Mavi Hat boyunca gerilimler devam ediyor. İsrail ordusunun şu anda Güney Lübnan’da bulunduğu tüm mevzilerden çekilmesi ve Lübnan ordusunun güneyde tam olarak yeniden konuşlanması, istikrarın yeniden tesis edilmesi için temel şartlardır. 1701 sayılı karar, hedeflerimize ulaşmak için en etkili çerçeve olmaya devam ediyor. Barışı koruma faaliyeti, barışın hizmetinde siyasi bir araç olarak kalmalıdır.”

Ortadoğu

BMGK’nin Gazze kararı 5. kez ABD tarafından veto edildi

Yayınlanma

BMGK’nin Gazze kararı ABD tarafından beşinci kez veto edildi. Hamas, ABD’nin veto yetkisini kullanmasının, İsrail’in Filistinli sivillere karşı işlediği soykırıma doğrudan destek anlamına geldiğini söyledi.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine (BMGK) Gazze’de ateşkes sağlanması için sunulan karar tasarısı ABD tarafından Hamas’ı kınamadığı gerekçesiyle veto edildi.

Bu veto, ABD’nin Donald Trump döneminde BMGK’da kullandığı ilk veto olurken, Ekim 2023’te başlayan Gazze savaşına ilişkin ABD’nin veto ettiği beşinci tasarı oldu.

BMGK, daha önceki ateşkes girişimlerinde de benzer şekilde karar alamamıştı.

BMGK, kurulun geçici 10 üyesi (E10) tarafından imzalanan ve grup koordinatörü Slovenya tarafından dün sunulan Gazze tasarısını görüşmek üzere toplandı.

İnsani durum gerekçe gösterilerek sunulan ateşkesle ilgili karar tasarısına, söz konusu toplantıda yapılan oylamada ABD veto hakkını kullandı.

İsrail’in saldırılarının devam ettiği Gazze’deki sivillere acil müdahaleyi öneren tasarı, az önce sona eren oylamada 14 evet oyuna karşın veto hakkı bulunan daimi üye ABD tarafından reddedildi.

ABD Temsilcisi Dorothy Shea, veto kararına gerekçe olarak, “Bu karara karşı çıkmamız sürpriz olmamalı. İçerdiği, içermediği ve ileri sürülme biçimi için kabul edilemez” ifadelerini kullandı. Shea, “ABD, Hamas’ı kınamayan hiçbir önlemi desteklemeyeceğini açıkça belirtti” diye ekledi.

“14 evet oyu güçlü bir mesaj taşıyor”

E10 grubu adına ABD’nin veto kararını değerlendiren Slovenya’nın BM Daimi Temsilcisi Samuel Zbogar, “Karar kabul edilmedi. Ancak 14 evet oyu güçlü bir mesaj taşıyor.” dedi.

ABD’nin bir veto oyuyla, Konsey’in harekete geçmesinin engellendiğini vurgulayan Zbogar, “Uluslararası toplumu 80 yıldır yönlendiren kurallardan vazgeçmek ile veto hakkı arasında bir tercih yapmak durumunda kaldığımızda insanlığı seçtik.” şeklinde konuştu.

Zbogar, BMGK içindeki farklı duruşların farkında olduklarını, bu nedenle taslak kararda sadece insani duruma odaklandıklarını belirterek,”Konsey’in engelsiz insani erişim ve açlıktan ölen sivillere yiyecek ulaştırılması için bu acil talep etrafında birleşmesi gerektiğini düşündük.” diye ekledi.

Slovenya Temsilcisi, sivilleri aç bırakmanın, onlara “muazzam” acılar çektirmenin “insanlık dışı ve uluslararası hukuka aykırı” olduğunu vurguladığı konuşmasında, “Hiçbir savaş hedefi böyle bir eylemi haklı çıkaramaz. Bunun ortak anlayışımız olduğunu umduk ve bekledik” sözlerini kaydetti.

Hamas: ABD insanlığa karşı suçları destekliyor

Hamas, BMGK’nin Gazze kararına ABD vetosunun, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Filistinli sivillere karşı işlediği soykırıma doğrudan destek anlamına geldiğini söyledi.

Hamas’tan yapılan yazılı açıklamada, Gazze’de ateşkes için BMGK’ya sunulan karar tasarısının, ABD’nin tek oyuyla veto edilmesinin kınandığı belirtildi.

Açıklamada, “ABD’nin vetosu, Washington’un faşist işgal hükümetine karşı körü körüne taraflılığını temsil ediyor ve Gazze Şeridi’nde insanlığa karşı işlediği suçları desteklediğini teyit ediyor” denildi.

Washington’ın uluslararası hukuku hiçe saydığına değinilen açıklamada, bunun Filistin kanının dökülmesini durdurmaya yönelik her türlü uluslararası çabayı tamamen reddettiğini yansıtan küstah bir tutum olduğu vurgulandı.

Açıklamada, “ABD’nin tutumu, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından aranan savaş suçlusu İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Gazze Şeridi’nde çocuklar, kadınlar ve yaşlılar dahil olmak üzere masum sivillere karşı vahşi soykırım savaşını sürdürmesi için yeşil ışık anlamına geliyor ve İsrail’in işlemeyi sürdürdüğü suça tam ortak olduğunu ortaya koyuyor” değerlendirilmesinde bulunuldu.

Hamas, açıklamasında şunları kaydetti: “BMGK’nin 20 aydır devam eden savaşı durdurmadaki başarısızlığı, kuşatmayı kıramaması veya gıda yardımı girdirememesi, uluslararası toplum kurumlarının rolü ve İsrail’in hiçbir hesap vermeden veya ona yönelik fiili bir eylemde bulunulmadan her gün ihlal etmeyi sürdürdüğü uluslararası yasa ve sözleşmelerin etkinliği konusunda temel soruları gündeme getirdi.”

Açıklamada, uluslararası topluma bu ahlaki ve siyasi çöküşe karşı acilen harekete geçilmesi, soykırım savaşının derhal durdurulması ve İsrail liderlerinin Filistin halkına karşı işledikleri suçlar nedeniyle hesap vermeleri için baskı yapılması çağrısında bulunuldu.

Tasarı BMGK’nın geçici 10 üyesi tarafından sunulmuştu

Gazze’ye acil müdahaleyi öneren tasarı dün BMGK’nın geçici 10 üye ülkesi (E10) tarafından BMGK başkanlığına sunulmuş ve bugün için oylama talep edilmişti.

Tasarıda, mart ayında İsrail’in saldırılarını tekrar başlatmasıyla Gazze’deki sivil halkın durumunun daha da kötüleştiğine dikkat çekilmişti.

E10 grubu, kıtlık riski de dahil, Gazze’deki durumla ilgili “ciddi endişelerini” dile getiren ve tüm tarafların uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerine uymaları gerektiğini yeniden teyit eden özlü bir taslak karar hazırladıklarını belirtmişti.

Tasarıya imza atan ülkeler arasında, E10 koordinatörü olan Slovenya başta olmak üzere Cezayir, Danimarka, Yunanistan, Guyana, Panama, Pakistan, Güney Kore, Sierra Leone ve Somali bulunuyor.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

İsrail hükümetinde Haredi krizi: Meclisin feshi için harekete geçildi

Yayınlanma

Tartışmalı askerlik muafliyeti yasası nedeniyle İsrail hükümetinde Haredi krizi derinleşiyor. Haredilerin dini liderleri, Tevrat eğitimi alan yeshiva öğrencilerini askerlikten muaf tutacak yasanın Meclis’ten hâlâ geçirilmemesi üzerine, Birleşik Tevrat Yahudiliği yetkililerine hükümetten çekilmeleri yönünde talimat verdi. Bu gelişme üzerine muhalefet partileri, İsrail Meclisi’nin feshi için yasa tasarısı sunacaklarını duyurdu.

Times of Israel’in İbranice yayın yapan medya organlarına dayandırdığı habere göre, Birleşik Tevrat Yahudiliği -UTJ içindeki üst düzey yetkililer, Meclis Dışişleri ve Savunma Komitesi Başkanı Yuli Edelstein ile yapılan son geceki toplantının başarısızlıkla sonuçlandığını söyledi. Degel HaTorah Partisi lideri Milletvekili Moshe Gafni’nin, partisinin ruhani liderlerinden hükümetten çekilmesi ve meclisin feshi için çalışması yönünde talimat aldığı duyurdu.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Degel HaTorah, UTJ’yi oluşturan iki ana partiden biri. Diğer parti ise UTJ’nin de liderliğini üstlenen Yitzchak Goldknopf’un temsil ettiği Agudat Yisrael Partisi. Agudat Yisrael’in halihazırda Meclis’in feshi ve erken seçim sürecini başlatacak yasa teklifini ilerletmek için çalıştığı iddia ediliyor.

Degel HaTorah’ın dini liderlerinden ve Bnei Brak’taki Slabodka Yeshiva’nın başkanı Haham Moshe Hirsch adına yapılan açıklamada şöyle denildi: “Dün gece milletvekilleri, Edelstein ile yapılan görüşmenin detaylarını Haham Hirsch’e aktardıktan sonra, askerlik meselesinde hiçbir ilerleme sağlanamadığı netleşti. Bu nedenle, yeshiva başkanı yakın zamanda koalisyondan çekilme talimatı verecek.”

Haredi krizi muhalefeti harekete geçirdi

Bu gelişmelere karşılık olarak, muhalefetteki Gelecek Var (Yesh Atid), İsrail Evimiz (Yisrael Beytenu) ve Demokratlar partileri, gelecek çarşamba günü Meclis’in feshine yönelik bir yasa tasarısı sunacaklarını açıkladı. Bu adım, Başbakan Binyamin Netanyahu’ya sorunu çözmesi için bir hafta süre tanınması anlamına geliyor. Ayrıca, teklifin Meclis’te oylamaya sunulması için geçecek süreç de dikkate alınacak.

Askerlik muafiyeti krizi Netanyahu hükümetini düşürebilir mi?

Şas ve UTJ, Meclis’teki iki Haredi partisi olarak, tartışmalı askerlik muafiyeti yasa tasarısının bu yıl 2 Haziran’da sona eren Şavuot Bayramı’na kadar geçirilmesini talep etmişti. Aksi takdirde hükümetin geleceğinin riske gireceği uyarısında bulunmuşlardı.

Ancak yedi milletvekilliği bulunan UTJ, tek başına hükümeti düşürebilecek güce sahip değil. Bu yönde atılacak herhangi bir adımın, koalisyon ortağı Şas’ın da desteğini alması gerekiyor. Netanyahu’nun mevcut koalisyonu, 120 sandalyeli Meclis’te 68 koltukla çoğunluğu elinde bulunduruyor.

Şas Partisi, gelişmelere ilişkin şu ana kadar kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmadı.

Aşırı Ortodoks olarak bilinen Harediler daha önce verdikleri birçok ültimatomdan geri adım atmıştı. Ancak son gelişmeler, özellikle İsrail ordusunun genç ultra-Ortodoks erkeklere yönelik celp sayısını artırma planları, Netanyahu ile Haredi partiler arasındaki ilişkinin kopma noktasına geldiğini gösteriyor.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Hamaney’den Trump’a nükleer anlaşma resti

Yayınlanma

Ali Hamaney

Tahran’ın kendi topraklarında uranyum zenginleştirmekten vazgeçmeyeceğini vurgulayan Hamaney’den Trump’a nükleer anlaşma resti geldi: “ABD’nin son teklifi doktrinimize ve pozisyonlarımıza yüzde 100 aykırı.”

İran’ın dini lideri Ali Hamaney İran devriminin kurucusu Ruhullah Humeyni’nin ölümünün 36. yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen törende, ABD ile nükleer müzakere süreci, bölgesel ve uluslararası konular hakkında değerlendirmelerde bulundu.

ABD’nin, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin tamamen durdurulmasını içeren nükleer anlaşma teklifini, “ulusal bağımsızlığa” yönelik bir tehdit olarak nitelendiren Hamaney, “Nükleer meselede ABD’nin sunduğu plan, ‘biz yapabiliriz’ anlayışına yüzde yüz karşıdır. Ulusal bağımsızlık demek, bir ülkenin ABD ve benzeri ülkelerden gelecek yeşil ya da kırmızı ışığı beklememesi demektir” ifadesini kullandı.

Reuters: İran ABD’nin nükleer teklifini reddetmeye hazırlanıyor

Ülkesi için “nükleer endüstrinin” önemine değinen Hamaney, konuşmasına şöyle devam etti: “İran, büyük çabalar sonucunda nükleer yakıt çevrimini tamamlamayı başardı. Nükleer endüstri sadece enerji amaçlı değildir. Nükleer endüstri bir ana endüstridir. Nükleer endüstriden çok sayıda bilimsel alan etkilenmektedir. Uranyum zenginleştirme nükleer meselenin anahtarıdır. Amerikalıların temel söylemi, nükleer teknolojiye sahip olmamamızdır. Radyofarmasötiklerde (nükleer teknolojiyle üretilen ilaç) ve diğer nükleer tabanlı bilimlerde ‘bize ihtiyaç duyun’ diyorlar. ABD’nin kaba ve kibirli liderleri bunu istiyor. ABD’nin saçmalıklarına cevabımız açıktır. Bu konuda hiçbir halt yapamazlar.”

Hamaney’in gözetimindeki “nükleer müzakere komitesi”nin ABD’nin teklifi ile ilgili “tamamen tek taraflı” ve “Tahran’ın çıkarlarına aykırı” değerlendirmesinde bulunduğu iddia edilmişti.

İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırıma dair de konuşan Hamaney, “Bugünkü İslam ülkelerinin Filistin meselesiyle ilgili yapabileceği çok şey var. Bugün tarafsızlık zamanı veya sessiz kalma günü değil. Siyonist rejime herhangi bir şekilde destek veren alnında ebedi bir utanç kalacağından emin olabilir” dedi.

Hamaney, ABD’nin de İsrail’e verdiği destek nedeniyle Gazze’de işlenen suçların ortağı olduğunu ve Amerikan güçlerinin bölgeden çıkarılması gerektiğini söyledi.

Irakçi: Zenginleştirme kırmızı çizgimiz

İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi da dün Beyrut’u ziyaretinde, ABD’nin Umman üzerinden ilettiği taslakta “çok sayıda belirsizlik ve soru işareti” olduğunu belirterek “İran topraklarında uranyum zenginleştirmeye devam etmek bizim kırmızı çizgimiz” çıkışı yapmıştı. İran Dışişleri Bakanı’nın, “Ancak bu zenginleştirmenin nükleer silah üretimine yol açmamasını sağlamak için adımlar atmaya hazırız” demesi dikkat çekmişti. Irakçi Amerikan teklifine önümüzdeki günlerde yanıt vereceklerini de eklemişti.

Konsorsiyum yeniden mi gündemde?

ABD merkezli haber sitesi Axios’a konuşan İranlı bir yetkili ise Tahran’ın, kendi topraklarında olduğu sürece uranyum zenginleştirmenin bölge ülkelerinden oluşacak bir konsorsiyum ile uranyum zenginleştirmeyi kabul edebileceğini söyledi. Haberde, konsorsiyum önerisinin Amerikan teklifinde de yer aldığı iddia edildi. İranlı üst düzey yetkili ise Axios’a demecinde “İran toprakları” şartını yineledi: “Konsorsiyum İran sınırları içinde faaliyet gösterecekse bu, dikkate alınmayı hak edebilir. Ancak ülke sınırları dışında konuşlandırılırsa, kesinlikle başarısızlığa mahkum olacak.”

İlk başkanlık döneminde İran’la 2015 tarihli nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilen, Beyaz Saray’a döndükten sonra Tahran’a yaptırım öngören “azami baskı” politikasını yeniden yürürlüğe koymuştu. Trump, bu baskı ve askeri tehditler eşliğinde İran liderliğine bir mektup göndererek müzakere teklifinde bulunmuştu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English
OSZAR »